Çocuklardan bazıları kocaman kara bir köpeği seviyordu...

A -
A +

Çocukların gözünde bu sefil dilenci kahraman oluvermişti birdenbire. Maksadı da buydu zaten.

  Doğan Bey'in kalbi taş kesilmiş gibiydi. Göğsünde, olanca şiddetiyle ağırlığını ve acısını hissediyordu. Dut ağaçlarının gölgelediği karanlık bir sokağa yöneldi. Duygularından kopmak, çevresinden gizlenmek, kimselere görünmemek gibi bir hâli vardı. Koyu gölgeler içinden karanlık bir hayalet gibi geçti. Rüzgârda sallanan dalların çıkarmış olduğu takırtıları dinleyerek, bir selvinin uzun gölgesinden çıkmadan yürüdü. Gölge de, yol da bitmişti. Yosun kokan, serin bir rüzgâr yüzüne çarptı. Başını kaldırdı, durdu. Gözlerini kısarak boşluğa, uzaklara baktı. Nereye gitse bu sefil adam yakasını bırakmayacaktı. Olduğu yere oturdu. Hayalinde kocaman bir yıldız gibi parıldayan Gülşah‘a gözlerini dikti. Bu ışık gözlerinde büyüyor, altın bir tepsi gibi kızarıyor, tatlı, baygın aydınlığı, taş kesilmiş katı kalbini yavaş yavaş ısıtıyor, eritiyordu...               TUHAF LAKIRTILAR   Bir harabeden kulakları parçalayacak derecede şiddetli gürültü yükseliyordu. Mahallenin çocukları sahiciymiş gibi öyle oyuna dalmışlar ki etraflarını görecek hâlleri yoktu. Kripto’nun adamlarından zayıf dilenci kılığında olanı, yanındaki kömür gibi siyah bir köpekle put gibi durmuş, hayran hayran çocukları seyrediyordu. Köpek, etrafı kolaçan ederek, döndü, dolaştı dilencinin yanına geldi. Yırtık paçalarını koklayarak arka ayaklarının üzerine oturdu. Tanımadıkları, acınacak hâldeki bu fukarayı gören çocuklar, bir yerden emir almışlar gibi sustular. Elebaşı durumunda olanlardan biri koşarak yanına geldi. Diğerleri de onu takip etti. Ceplerinden çıkardıkları akçeleri, yiyecekleri cömertçe önüne koydular. Çocuklardan bazıları gözleri cam gibi parlayan kocaman kara köpeği seviyordu. Bir müddet öylece baktı. Aklına bir cinlik gelmişti; - Güzel balalar bunları alamam. - Niçin? - Size kıyamam canlarım, diyebildi. Çocukların gözünde bu sefil dilenci kahraman oluvermişti birdenbire. Maksadı da buydu zaten. Elini vicdanına koyduğunda duyduğu hakikat ise kendini deli ediyordu. Bir avuç yavrunun saf, temiz, kirlenmemiş dünyaları onu hipnotize etmişti âdeta. Çocukların her biri büyüyor, büyüyor devleşiyordu önünde. O kadar muhteşem, o kadar iriydiler ki… Neredeyse viraneyi doldurmuş Bursa’ya taşmışlardı. Ağızlarından çıkan kelimeler sanki birer ok olup yüreğine saplanıyor, mini mini tüysüz elleri demir pençe oluyor yüzünü gözünü tırmalıyordu. Lisan-ı hâl ile sanki ona; “Susuyorsun karşımızda hain dilenci. Sen bizim saf dünyamızı çekemiyorsun. Gördün ki bu ülkenin yalnız çocukları bile çok güzel şeyler düşünüyor” diyorlardı ona. Güneşten parlak sevgi dolu bu gözleri, aslandan kuvvetli küçük yürekleri hiç unutamayacaktı. “Buraların beyi, efendisi, kralı ve her şeyi olmaya çoktan layıktılar bunlar” diye mırıldandı sahte dilenci.  Ruhunun karanlıklarındaki dinmez fırtınaların dalgalarında boğulmak istemiyordu. Temel taşları hâlâ duran eski bir evin içinde dolaştı. Sonra da bir sokağa girdi. Köpeğin peşinden gelmediğini fark edince de; - Arap! Arap! diye seslendi. İriyarı kara köpek, önce kulaklarını dikti, sonra da havlayarak peşinden koşmaya başladı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.