"Şu gelen Doğan Bey değil mi kızlar?.."

A -
A +
"Doğan Bey kardeşimizin mektubunu bana okuduktan sonra uykularım kaçtı!.."
  Bey kızı, sırdaşı Dürdane, yakındaki bir kayanın üzerini eliyle silerek oturdu. İri elâ gözleriyle görebildiği kadar uzaklara baktı. Sonra da kızlara döndü; - Anlatayım Gülşah kardeşim, canım, ahretliğim, sırdaşım. - Yeter saydın! Sualimi unutturma. Arada kaynamasın, latifesine gülüştüler. Dürdane kaldığı yerden devam etti, yeniden uzaklara daldı. - Doğan Bey kardeşimizin mektubunu bana okuduktan sonra uykularım kaçtı. Gücümün yettiği, yapabileceğim şeyleri düşündüm. Ölçtüm, biçtim. Kendi kendime; “Ben de elimden geleni yapmalıyım” dedim. Kara köpeğine; “Arap!.. Arap!.” diyerek önümden geçen dilenciyi görünce önce çok şaşırdım. Sonra mektupta yazılanlar aklıma geldi. Vakit kaybetmeden takip ettim. Bakayım nerelere gidiyor diye? Sokak köşelerine gizlenerek bu tepeye kadar ancak gelebildim. Şehrin dışına çıktığımızdan daha ileri gitmeye cesaret edemedim. Aynen bu oturduğum yerden takibe başladım. Dilenci, köpeğiyle birlikte dereye kadar indi. Orada biraz meşgul oldu. Arkadan Erkara Bey’le Aşır çıktı. Görünmemek için şu ağacın arkasına gizlendim. Onlar da dilencinin ardı sıra yürüyüp gittiler. Bu arada dilenciyi bir daha göremedim. Onun için sır olup gitti diyorum. Ava gidip, eli boş dönen avcı gibi süklüm, püklüm geldiğim yollardan, kimseciklere görünmeden eve döndüm, deyip, sözünü tamamlamaya çalışırken, Doğan Bey ile arkadaşı Atmaca Nuri’yi gördü. - Kızlar!.. Doğan Bey değil mi? Doğan ismini duyan Gülşah, gelenlere daha dikkatli baktı. Evet dediği doğruydu. Sevdiği insanın gelmesiyle sanki oralar ışıklandı, daha bir hoş oldu. Şehrin dışında üç kızın bulunması pek hoş karşılanmayabilirdi. Yanlış anlaşılmamak için hemen toparlandı. Fazla beklemeden geri dönüp, hızlı adımlarla uzaklaştılar. Oysa Doğan Bey kızları ta evlerinden çıkışından beri, “Başlarına bir şey gelir…” endişesiyle takip etmekteydi. Erkara’nın niyetini tahmin ediyordu. Biricik sevgilisi, nikâhlısı Gülşah’ı ve onun arkadaşlarını yamyamların eline bırakacak değildi ya… Amcası Süleyman Çelebi’nin tespitleri de eklenince, daha dikkatli olması gerektiğini anlıyor. İşi tesadüflere bırakmak istemiyordu. Sebepler âleminde yaşamıyorlar mıydı? Zaten dünyadan fazla bir şey beklediği de yoktu. Genç olmasına rağmen dünyanın ne mal olduğunu çoktan kavramıştı. Son gelişmeleri, saraydaki toplantıyı hatırladıkça; “Ah, dünya ah!” derdi. Erkara ile iki defa burun buruna gelmesinden sonra nişanlanması, alevsiz bir yangın gibi bu güzelim Osmanlı yurdunu, içten içe yakıp tutuşturuyordu. Genç, tecrübesiz olmasına rağmen bunu rahat görebiliyor, fenalıkların önüne geçmek istiyordu. Bozulan ahlâkı düzeltmek, kötü niyetli insanları mutlaka bulup yok etmek lazımdı. Fakat nasıl? Gece gündüz hep bunu düşündü, bunu konuştu ve tekrarladı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.