"Beş bin koyunum ve yüzlerce çalışanım var"

A -
A +
“Ah onun imkânları bende olsaydı. Neler yapmazdım?” diye geçirdi içinden Palabıyık.
 
Dün bir arkadaşına rastladı Erkara. Köşke götürmeden önce iyice, ne yapığını, ne ettiğini öğrenmek istedi. Bu çocuk medresedeyken kaçmıştı. İpe sapa gelmez, hırçın, gözükara biriydi. Şimdi de öyle görünüyordu. Kural, kaide, nizam, intizam tanımaz, başına buyruk olmayı severdi. Bir tomar yumak gibi kara kalın bıyıkları ilk görenin dikkatini çekiyordu. Şimdi tüccar olmuş güya.
- Beş bin koyunum, iki bin sığır, yüzlerce çalışanım var, dedi Palabıyık.
- Şaka ediyorsun! diye güldü Erkara.
- Vallahi! İstediğine sor. Ya da gel, yerinde gösteriyim, dedi.
- Ey, nasıl oldu bunlar?
- Kafanı çalıştırırsan kolay bu iş…
İçinde birdenbire bir hırs uyandı. Ne zamandır Seyyid İbrahim Efendi ona torbalar dolusu akçeler veriyordu. O, bu işler yerine Gülşah’ı kaçırmak için eş, dost ve ahbaplarına dağıtıyor, yediriyordu. Hâlâ bir netice de alamamıştı. Ne zaman alacağı da belli değildi. “Bak adam, köşe üzerine köşe dönmüş” dedi mırıldanarak. Oysa onun haberi yeni oluyordu. Dediği gibi; “Kafayı çalıştırmıştı” adam! Hırs, azim, gayret ve ölümüne kadar işi takip etme yetenekleri kendinde fazlasıyla vardı. Üstelik de saraya yakın, bir bey oğluydu. Bu imkânları Palabıyık kadar kullanamamak, onun için ayıp değil de ya neydi?.
Tombul parmaklarını tarak gibi birbirine geçirdi. Çatur çutur sesler çıkartarak büktürdü. Yine de sıkıntısını geçiremedi.
- E, bu kafayı çalıştırmak da nasıl bir şey?
- Önce dağa çıkmak.
- Nasıl yani?
- Yahu sen bu dünyada yaşamıyor musun ne? Dağa çıkmanın ne mânâya geldiğini bilmiyor musun? En zor olanı ilk adımı atabilmek. Çıktın mı gerisi çorap söküğü gibi gelir. Meraklanma kolay da. Zor olan karar vermek. Ne yapacağını, ne edeceğini bildin mi korkma. Artık herkesin bütün malı, davarı, ne istersen senin elinde, senin emrinde. Yediğin önünde, yemediğin arkanda. Ahmaklar, budalalar çalışıp, kazanacak, istif edecek. Akıllılar da gidip o birikenleri eliyle koymuş gibi alacak ve afiyetle de yiyecek, içecek gönlünce, keyfince harcayacak. Bilmem anlatabildim mi beyim? Daha da açayım mı?..
Dağa çıkmanın “hikmet”lerini, “tılsım”ını, “fazilet”lerini, kuvvetini, iktidarını uzun uzun anlattı!.. Erkara Bey de hayranlıkla karışık ve hayretle dinledi. Çaresizliğini ve ezikliğini hisseden Palabıyık, acıdı arkadaşına. Bazen merhamet damarları kabarırdı. İşte yine öyle oldu. Kocaman bir bey oğlu, hâlâ bir baltaya sap olamamıştı. “Ah onun imkânları bende olsaydı. Neler yapmazdım?” diye geçirdi içinden Palabıyık.
- Üzülme be Erkara Beyim. Doğrudan doğruya senin dağa çıkmana gerek yok zaten. Bir sürü adamların var. Güvendiklerinden birkaç kişi gönder kâfi. İsmin yeter. Sen gelme, namın gelsin…
- İşte seni gönderiyorum.
- Hah! Ha! Hahhha… diye öyle bir kahkaha patlattı ki uzaktaki insanlar bile dönüp dönüp; “Neler oluyor?” kabilinden defalarca baktı iki kafadara.
- İlahi Erkara, güldürdün. Artık ben bir beyim, ağayım. Kendi servetimin, topraklarımın sultanıyım. Eski çamlar çoktan bardak oldu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.