“Padişahımızdan kötü bir haber mi getirdi yoksa?”

A -
A +
"Bana öyle bakma beyim. Ferman senin için. Hünkârımız gönderdi. Ve dahi selamı var."
 
Yıldırım Han, yanına yaklaşan Emir Sultan’la konuşarak has bahçeye doğru uzaklaştılar. Güllerin, çiçeklerin arasından geçerken etrafa bir göz gezdirdi. Sıvaları yeni yapılmış duvarlar, lacivert kubbe gibi duran yıldızlı gökyüzü, irili, ufaklı ağaçlar büyüleyici bir manzara teşkil ediyordu. Sultan yanındakine döndü;
- Ne kadar güzel değil mi?
- Beli Sultanım, dedi, edeplice Emir hazretleri.
Bahçe, bakımlı ve eşsiz bir güzelliğe sahipti. Usta bahçıvanların elinde âdeta rengârenk çiçek tarlasına dönüşmüştü. Sarayın arkasındaki büyük meyvelikte olmayan ağaç yoktu. Yalnız elmanın ekşisinden, tatlısına, kırmızısından yeşiline yirmi üç çeşidini saymışlardı. Gecenin loş ışıkları altında vahşi bir sükûn hâkimdi ortalığa. Yüzlerini yalayarak esen rüzgâr, çiçeklerden, güllerden taşıdıkları usareleri, biri gönüllerin, diğeri ülkenin padişahı, iki büyük Sultana, hiç sonu gelmeyecek bir aşkla takdim ediyor gibiydi. Her geçtikleri bölümde hizmetçiler, yerlere kadar eğilip sultanlarını selamlıyor, bir emirlerinin olup, olmadığını soruyorlardı. Haremin önüne gelince Emir hazretleri durdu. İçeri girmedi.
Şiir şöleni gibi bahçe de güzeldi. Hazırlıklara, takdime, söylenen sözlere ve edilen kelamlara diyecek bir şey yoktu. Hepsi yerli yerinde, noksansızdı.
Emir hazretleriyle vedalaşırken; “Elhamdülillah” diyerek derin bir nefes aldı. Dinlenmiş olarak haremine doğru yürüdü Yıldırım Han…
              ***
Doğan Bey, sarayda olanlardan, konuşulanlardan çok etkilenmişti. Köşesine çekilmiş, olup bitenleri mütalaa ederken, saray görevlilerinden birinin kendine doğru yaklaştığını gördü. Toparlandı. Donmuş gibiydi. “Padişahımızdan kötü bir haber mi getiriyordu yoksa?” diye düşünürken, sanki taş kesilmişti. Sanki kalbi artık atmıyordu. İri nefti gözlerin bakışı altında rahatsız olan saray hizmetçisi;
- Bana öyle bakma beyim. Ferman senin için. Hünkârımız gönderdi. Ve dahi selamı var.
- Ve aleyküm selam ve rahmetullah… diyerek fermanı alan Doğan Bey, hürmetle ve edeple öpüp, başına koydu. Rahatlamıştı. içinden “Elhamdülillah…” dedi kaldı. Hizmetçi, Gazi Evrenos Paşa’nın onu beklediğini söyleyerek, yürüdü. Doğan Bey de; “Hayırdır inşallah…” diyerek takip etti.
Taş döşeli büyük avluya çıktılar. Uzun mermer bir havuzun yanından geçti, Saraydan ayrı bir başka bölümün kapısından içeri girdiler. Evrenos Paşa köşesinde birkaç paşayla sohbet hâlindeydi. Gelenleri görünce;
- Buyurun… Buyurun, karındaşımın yadigârı Doğan Bey evladım.
Doğan Bey elini öpmek istedi. Önce vermedi. Sonra da;
- Beyazıd Paşamızın damadı bizim de sayılır, deyip, elini uzattı. O da hürmetle öpüp başına koydu. Esas duruşta diyeceklerini, emirlerini bekledi.
Sağ kolunu yukarı kaldırdı. Yumruklarını sıktı. Sönük gözleri alev alev tutuştu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.