Hancı, Doğan’ın dişlerinin gıcırtısını duyuyordu!..

A -
A +
"Buranın sahibi benim. Müşterilerimin emniyetini, rahatını sağlamak da bana ait.."
 
 
Doğan Bey, mânâlı-mânâsız itiraz etti hancıya:
- Bunlarda hiçbir şey, hiçbir fikir, hiçbir ideal yoktur. Yalnız bir şey vardır.
- Ne?
- Pislik!..
Kelime, dişlerinin arasından duyulmayacak şekilde zar, zor, nefretle çıkıverdi.
Hanın avlusuna gelmiş, atların bulunduğu ahırlara doğru dönerken zil-zurna sarhoşlarla karşılaştılar. Bunlar, Ulucami’de vaaz vereni kaçıran gizli teşkilatın adamlarıydı. Kripto, Hurufi, tüccarlar, dilenciler tanınmayacak şekilde tıraş olmuş ve giyinmişlerdi. Doğan, içlerinden birini Bursa’daki dilencilere benzetti. “Lakin burada, bunların içinde ne işi olabilir?” diye söylendi içinden. Mümkün olamayacağını ve yanıldığını düşünerek yoluna devam etti. Kripto ve adamları, bir taraftan içkilerini yudumlarken, diğer taraftan da çengilerin oyunlarıyla kendilerinden geçmişlerdi. Doğan Bey, olanları görmezlikten geldi. Hızlı adımlarla aralarından yürürken biri ayağını uzattı. Doğan tökezlendi. Yüzükoyun kapaklandı, yuvarlandı.
Sarhoş grup kahkahalarla gülüşürlerken, “lâ havle” çekerek onlara ters ters baktı. Gelen emri hatırladı, sustu.
Hancı, dişlerinin gıcırtısını duyuyordu Doğan’ın.
Kırmızı şilteye edepsizce yan yatmış, uzanmış sarhoşun kocaman kamasının gümüş sapı parlıyordu. İçine soğuk bir ürperti geldi.
Doğan’ın da kendisinin de yanında ufak çivi bile yoktu. Kılıçları, ok ve yaylarının hepsi odalarında yastıklarının altındaydı. Hancı sükûtu bozdu;
- Yook!.. Olmadı bu yaptığın!.. Buranın sahibi benim. Müşterilerimin emniyetini, rahatını sağlamak da bana ait. Sizin de, diğer misafirlerimin de!..
- Ne yaptık ki? Havaya bakacağına, önüne bakarak yürüseydi…
- Ben böyle şakaya falan gelemem, diye başını salladı. Doğan Bey’in tepkisine fırsat vermeden diyeceğini dedi. Elinden tutup kalkmasına yardımcı oldu. Elbisesinin tozlarını sildi. Kolundan çekip hızla gruptan uzaklaştırdı…
         ***
Hancı, birkaç sene önce hanımının vefat etmesiyle dul kalmış, zengin, itibarlı biriydi. Nice güzel, alımlı, varlıklı kadınlardan evlenme teklifi geldiği hâlde o, biricik kızını sağlıklı ve üvey ana baskısından uzak yetiştirebilmek için hiçbirine itibar etmemişti. Atalarından miras kalan bu handa mesut bir hayat yaşayıp gidiyordu...
Dünyanın dört bir yanında dostları vardı. Kimler gelip, kimler geçmemişti ki buradan? Hâlâ da aynı canlılığını koruyordu. Çok kişiyle muhatap olmasından mı ne, insan sarrafı olmuştu âdeta. En çok beğendiği millet, hiç kuşkusuz Osmanoğullarıydı. Yalan, dolan, hile, hurda bilmez, adam gibi gelir, ücretlerini öder, helâllik dileyerek de çekip giderlerdi. O bakımdan Türklere hayranlık duyar ve onlar gibi olmaya çok özen gösterirdi.
Örnek aldıklarının başında gelenlerinden biri de Doğan Bey’di. Canını istese hayır demezdi. Büyük muhabbetinden dolayı, çevre illerde; “Karahan’ın sahibi, Muhammedî olmuş…” söylentileri, başını almış gidiyordu. Bu yakıştırmayı ilk duyduğunda çok şaşırmıştı. Sonra biricik kızıyla konuşmuş, birlikte, kendi rey ve istekleriyle, adam gibi adam olan güzel insanların tarafında ve dininde karar kılmışlardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.