"Bu cahil insanlar bizim kıymetimizi bilemezler!"

A -
A +
Palabıyık, Erkara’ya, vaiz efendilerle nasıl tanıştığını, nasıl samimiyet kurduğunu sordu!
 
Bu kadar yorgunluğa ve sıkıntıya rağmen yol ve dava arkadaşlarının desteğinin tam olduğundan iyice emin olan Erkara, dizlerinin üzerine dikildi. Sol elinin işaret parmağıyla Bursa’yı gösterip, yumruk yaptığı sağ elini göğsüne vurarak;
- Bu cahil insanlar bizim kıymetimizi bilemezler!.. Bilmeyecekler de!.. Ama tarih gösterecek her şeyi.
Palabıyık, Erkara’ya, vaiz efendilerle nasıl tanıştığını, nasıl samimiyet kurduğunu, onlardan ne şekilde istifade ettiğini sordu. Biraz nazlandığını hissedince de;
- İstemiyorsan anlatma. Benimkisi yalnız merak, dedi Palabıyık.
- Rica ederim dostum. Yorgunluğumuzu nasıl atacağız?
- Anlatarak tabii…
- O zaman uyumak yok!
- Tamam!
- Anlatayım be…
- Teşekkür ederim…
Palabıyık merak içindeydi. Toprak zeminde uzun zaman kalmasından uyuşan ayaklarını, yüzünü buruştura buruştura birkaç kere çekti uzattı Erkara. Daha rahat edebilmek için her iki ayağını da yana alarak koluna dayandı, olmadı. Geriye uzatıp yüzükoyun kafasını iki avucu arasına aldı. Dirsekleri üzerine konuşmak istedi beceremedi. Tekrar doğruldu, bağdaş kurdu. Cebinden büyükçe bir kutu çıkardı. İçindekilerden her ikisine de verdi. Bir tane de kendine aldı. Bir miktar içine çekti… çekti…
- İşte ilk öğrendiğim şey bu meret. Güç, kuvvet veriyor insana. Bulutlarda uçuyorsun. Bir anka kuşu olup, masallardaki gibi dünyayı dolaşıyorsun. Kimse sana bişey yapamıyor. Ne dert kalıyor, ne de tasa!.. Yalnız öğrendiğim bu olsa, başka hiçbir şey olmazsa yetmez mi?
Anlatırken kafasını, kollarını, bütün vücudunu sarsıyor, ara sıra da dizlerine vuruyordu.
- Her ikinizin de çocukluk arkadaşıyım. Beraber okuduk. Birlikte oynadık, at koşturup, kılıç şakıttık. Herkes birbirini çok iyi tanıyor. Mizaçları, karakterleri, zevk ve hayat anlayışları bir olanlar, aynı safta yer alıyorlar. Üçümüz de Doğan denilen o kahrolasıyı sevmiyoruz. İsmini ağzıma almaktan bile nefret ettiğim adamla, kıl kadar müşterek tarafımız yok. Biri garptan, diğeri uzaklar uzağı şarktan gelenlerle ise kısa zamanda kaynaştık, kırk yıllıklar gibi olduk.
- !!!
- Yani demek istediğim, ruh ve gönül birliği içinde olmak her şeyi kolay, yağdan kıl çeker gibi çözdü. Hiç zorlanmadım. İşin esrarı ruhlarımızdaki görünmez kıvılcımlarda gizli...
Erkara, konuşmasına dalıp gitmişti. Anlattıkça anlattı. Neden sonra, ota, köke konuştuğunu fark etti. Horultularla kendine geldi.
Ooo!!! Beyler, ötelere çoktan gitmiş. Benim haberim yok…
 
             BİTMEYEN IZDIRAP
 
Süleyman Çelebi, refikasının ısrarıyla girdiği geniş yatağında, kırmızı kadife kaplı yorganının altında sıkılmış bir yumruk gibi yusyumru yatıyordu. Kuşluk vaktine kadar gözlerine uyku girmeden sayıklamış durmuştu. Bir ara dalar gibi olduysa da karabasan gibi karşısına dikilen Hurufi’nin hayaliyle yerinden fırladı. Sinirleri çekiliyor, kalbi küt küt atıyor, başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Kendi kendine; “Ölüyor muyum ne?” dedi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.