"Belki bir soğuk ayran içersin diye düşündüm!"

A -
A +
Usulca aralanan kapının ağzında hancının kızı göründü. Elinde ayran testisi vardı...
 
Emir Sultan hazretleri sohbetini şöyle sürdürdü:
"Böyle bir servete, yani doğru itikada sahip olan, başka hiçbir şeyi olmazsa da dünyanın en zengin, en nasipli, en bahtiyar insanıdır. Paha biçilmez değerlere sahip Allah’ın kuluna, kâinatın bütün kötülüklerini, azaplarını, yaşatsalar, o sahip olduğu değer yanında hiç kalır. Her şeyimizi alsalar, yalnız doğru itikad bizde kalsa yeter, artar bile. O nimetin kıymetini hiçbir şey karşılayamaz. Şükrünü, ne yaparsak yapalım yerine getiremeyiz. Çünkü biri geçici, diğeri ebedi, kalıcı. Bugün, yarın bitecekle, hiç sonu gelmeyecek kıyas edilir mi?..”  diyen Emir Sultan, oradakilere bakarak biraz düşündü. Hakikaten olanlar sıradan bir iş değil, felaketti. İnsanoğlunun ebedi saadetiyle uğraşıyorlardı. Şeytan da aynı şeyi yapmıyor muydu? Ne farkı vardı? Elbette yanmak lazımdı. Üzülmek Allahü teâlânın bir lütfu, ihsanıydı. İhlasının kuvvetine alametti. Bundan şek ve şüphesi yoktu. Allahü teâlânın rızası için üzülmenin nimet olduğundan son derece de emindi. Ahiret derdiyle dertlenmiş olanlar, ahir nefes korkusuyla elbette tir tir titreyecekti.
Sevgili Peygamberimiz, dünyada rahat olmadığını taa o zaman tereddüde mahal vermeyecek şekilde söylemişti.
Zavallı insanların gideceği korkunç yeri, ebedi mekânını düşündü ve ağlamak geldi içinden. Artık duygularına hâkim olamıyordu o da. Emir Sultan’ın sakallarından aşağı yaşlar süzülmekte olduğunu gören herkes ağladı. Bir müddet böyle kalındı. Kızgın sac üzerine düşen her yağmur tanesi nasıl “cıs, cıs” diyerek harareti söndürüyorsa, gözden gelen her damla da iç yanıklığını öyle söndürüyordu. Herkes rahatlamıştı;
- İşi esastan alalım. Biz birbirimizin kıymetini bilemedik. İlk önce arkadaşımızda fani olmamız gerekir. Sonra… sonra hiç gıybet, dedikodu olmayacak. Hepimiz önce tövbe köprüsünden geçmeliyiz çoluk çocuk. Çilemizi bir an önce bitirmek nasip et yâ Rabbi…
Emir Sultan hazretlerinin bu içten dilek, temenni ve duasına oradakiler de hep birlikte; “Âmin!..” dediler. İnanarak, coşkuyla ve bütün samimiyetleriyle...
           ***
Doğan Bey yeni bir sefere çıkmak üzere son hazırlıklarını yapıyordu. Yastığının altındaki silahlarını alırken kapı tıkladı. Durdu baktı. Dirsekleri üzerine yarım doğruldu. Ne olur, ne olmaz diye kılıcını yakınına, elinin altına aldı.
- Gel!.. dedi.
Usulca aralanan kapının ağzında hancının kızı. Bir elinde ayran testisi, diğer elinde kocaman bir bardak, gülümsedi. Tahta kapıyı kibarca, biraz da ürkerek açtı.
- Rahatsız etmiyorum ya yiğidim…
Doğan Bey, kendinden emin, rahat ve oldukça tabii bir ifadeyle;
- Buyur bacım… Ne rahatsızlığı?.. Kaç senedir ben sizi, siz de beni tanır, severiz.
- Sanki içimizden birisin. Seni göremeyince…
Yüzü kızararak Doğan’a baktı. Sözünü değiştirdi.
- Belki bir soğuk ayran içersin dedim de!..
Sarıkız, cevap beklemeden kenara koyduğu testiden ayran doldurdu. Bir elinde tuttuğu dolu bardağı, yatağın kenarına kadar getirip, uzattı… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.