Avının üzerine atlayan bir arslan gibi uçtu...

A -
A +
Doğan Bey, kendi âlemine dalmış ilerlerken “Dur!” diye bir emirle irkildi!..   Doğan Bey, karanlığın içinde, ha bu avucu gibi bildiği yerlerden, tepeler aşarak, dereler geçerek at koşturdu durdu. Önüne çıkan birkaç kurt, çakal, tilki ailesine, çok yakınından geçmesine rağmen, başını kaldırıp bakmadı bile. Bir müddetten beri dalmış olmalıydı ki, ışıkları ancak fark etti. “Uyudum mu yoksa?” diye kendi kendine söylendi. “Menzilime gelmişim de, haberim yok…” dedi. Sonra da Kamer tayına seslendi. - Haydi bakalım küheylanım. Adımlarını sıklaştır. Bir an önce varalım. Hoş, sen de benim gibi düşünüyorsun ama, bakma kusuruma… İşte… Bilirsin yaramaz akıncıyı… Benimkisi gevezelik… Takma kafanı… Saatlerce tek başına yol alan Doğan Bey, bunları biraz da konuşma ihtiyacını gidermek için söylüyordu. İnsan, uzun bir zaman at sırtında, yalnız başına, hiçbir kelam etmeden yol alırsa, hele ölümün ucuna kadar gelmişken, geri dönerse konuşacak, dertleşecek birine o kadar ihtiyaç hissediyor ki… Kendi âlemine dalmış ilerlerken “Dur!” diye bir emirle irkildi. Sağına, soluna baktı. Karanlıkta kimsecikleri göremedi. Biraz sonra gri büyük bir kayanın arkasından, elinde kılıcı, sırtında ok ve yayı, belinde çeşitli hançerleri olan biri sıyrıldı ve atın on, on beş adım yakınına kadar geldi. Gür bir sesle sordu. - Nereye gidiyorsun? - Cevap vermeye mecbur muyum? - Bak hele! Dili de uzunmuş herifin!.. Soruma doğru cevap ver! Yoksa karışmam!.. Doğan Bey, biraz düşündü. O kadar insanla kavga etmiş, kılıç sallamıştı ki. Bu ne idiğü belli olmayan herifceğize mi teslim olacaktı?.. - Ne istiyorsun benden? Bırak yoluma gideyim. Korktuğunu sanan adam, daha bir şımardı. Yaklaşıp atın geminden tuttu. Küçümser vaziyette, alaylı alaylı baktı. Dalgasını geçmek istiyordu. - Canını bir şartla bağışlarım. - Neymiş şartın? - Atla aşağı. Atı, üzerindeki yükle beraber bırak. Nereye gideceksen de git!.. Öyle bir şey istiyordu ki… Gel de işin içinden çık. Ölümlerden ölüm… gibi bir şey. - Bak kardeşim! Çekil yolumdan gideyim, diyorum. Beni başka bir şeye mecbur etme. Cümlesini bitirmeye fırsat vermeden adam, kılıcını olanca hızıyla Doğan’a savurdu. Kılıcı, havada kılıcıyla karşıladı. İki çeliğin çarpışmasından dehşetli bir ses duyuldu. Gecenin tılsımını bozan, kulakları çınlatan bu şangırtıyla birlikte, kıvılcımlar yanıp söndü. Avının üzerine atlayan bir arslan gibi uçtu. Gözü kararmıştı. Nasıl edip, adamın yakasına yapıştığının kendisi de farkında olamamıştı. Kamasını çekti, gırtlağına dayadı Doğan Bey. - Ölümüne mi susadın bre densiz? - !!!…. - Demin bülbüller gibi ötüyordun. Şimdi dilini mi yuttun? Hadi konuşsana. Maksadın ne? - Öldür beni!.. Öldür beni!.. - !!! Bu sefer de susma sırası Doğan Bey’e gelmişti. Evet dilini yutan tanımadığı, pençeleri altında kıvranan adam değil, kendisi olmuştu. - Hadi ne duruyorsun? Öldür!..Öldür!.. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.