Hiç yenilgi görmemiş adam hâlâ şoktaydı!..

A -
A +
Aklı başına gelince; bileği kadar, yüreği de dolu bir Osmanlıyla karşı, karşıya olduğunu anladı.
 
Can havliyle hırlayarak, sayıklar gibi tekrar edilen sözler, dur durak nedir bilmiyordu. Doğan’ın eli, ayağı birbirine dolaşır gibi oldu. Emir Sultan hazretlerini düşündü o an.
- !!!
Sisler arasından bir nur gibi Hocası geldi gözünün önüne. Tebessüm ediyordu her zamanki gibi. “Ne yapmamı uygun görürsünüz efendim?” diye sordu, edeplice. “Affet! Bağışlamak büyük nimettir.” Sevgili Peygamberimizin bir hadis-i şerifini okudu. Üç şeyi yapanın Cennete dilediği kapıdan gireceğini söyledi. Üzerinde kul hakkı olmayanın, her namazdan sonra on bir defa İhlâs-ı şerif okuyanın ve canına kasteden katilini affedenin ebediyen kurtulacağının müjdesini verdi. Son kelimelerin, özellikle; “canına kasteden, katilini affetmenin…” üzerine basarak, gözlerinin içine inançla baktı. Sanki “Ne bekliyorsun? Acele et!” dercesine, karar vermesini bekler gibi bir hâli vardı.
Mübarek hocası, bitmez tükenmez şefkat ve merhametiyle burada da imdadına yetişmişti. Gülücükler saçarak hayalinden uzaklaşırken, hâlâ Doğan’a bakıyor gibiydi.
Tuttu elinden, kaldırdı canına, malına göz dikmiş adamı. Kamasını yerine koydu. Azgın eşkıyanın üstünü başını temizledi. Yırtılan yakasını, paçasını düzeltti. Bir müddet başları önde mahcup, bir suçlu gibi bekledi, sonra da kenara çekilip, kırk yıllık ahbap gibi havadan, sudan konuşmaya başladılar.
Hiç yenilgi nedir görmemiş bu adam, uzun zaman şoktan çıkamadı. Aklı başına geldikçe nasıl bir yiğitle, bileği kadar, yüreği de dolu bir Osmanlıyla karşı, karşıya olduğunu anladı. Halk arasında destanlaşan hikâyesini bütün samimiyetiyle anlattı.
Bu bölgenin haramisiymiş meğer. Gelen, giden kervanları, yolcuları soyar, anadan üryan eder şehre salarmış. Korkusundan kimsecikler bu yoldan gidemez olmuş. Onun için buralarda ona; “Üryan Eşkıya” deniyormuş. Birçok özelliği varmış. En mühimi de kadınlara, çocuklara dokunmaz, çok fukaraları kollar, hatta yardım da edermiş.
Doğan, yorgun olmasına rağmen kendine teslim olmuş, bu, insanların korkulu rüyası eşkıya ile alâkadar oldu. Kalkıp onunla birlikte ağaçlar arasındaki inine kadar gitti.
Burası, büyükçe bir kaya blokunun dibinde, iki koca taşın arasında, tek kişinin sığabileceği darlıktaki bir oyuktan girilebilen mağaraydı. İçerisi oldukça genişti. Sarkıt ve dikitlerin oluştuğu sütunlar, gizli bir mabet havası veriyordu. Esrarlı bir yere benzeyen bu oyuk, kurbanlarından zorla aldığı sandık sandık mücevher, altın, gümüş, çeşitli giyecek ve yiyeceklerle doluydu. Ali Baba ve Kırk Haramilerin mağarasını andırıyordu âdeta.
Eşkıya, renkli hayatını, yaptıklarını enine boyuna saydı, döktü sıkılmadan. Sonra da;
- Niçin öldürülmek istendiğimi anlatabildim mi yiğidim? dedi. Boynunu büktü. Mahcup vaziyette ellerine sarıldı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.