Doğan’ı görünce içinde tatlı bir huzur duydu...

A -
A +
Maria, eşkıyadan kurtarılmıştı ama, şimdi de tanımadığı bu gençlerin eline geçmişti!
 
Doğan Bey, soluklanmak için olduğu yere ilişti. Etrafına, bir şeyler arar gibi bakındı.
- Lütfen kusura bakmayın da, bilmen lazım. Buralarda, tedbirsiz dolanmak akıl kârı değil.
- Babam, muhafız olarak iki adamını yanıma vermişti ama… Eğer, siz olmasaydınız…
Doğan Bey, merhametle kıza baktı. Maria da ona. Kalbi duracakmış gibi oldu. O kadar genç şövalyelerle karşılaşmıştı hiç böyle bir hâl duymamıştı. “Ne oluyor bana?” dedi içinden.
Toparlanıp kalkarken, kıza elini uzattı, Doğan Bey. Pembeleşen Maria, terledi. Utanır gibi oldu. Ne müthiş bir olaydı. Eşkıyaların baskınını hayırlara yorumladı. Yoksa bu civan mert insanla nereden tanışacaktı? Bu kadar yakın nasıl olacaktı?..
Doğan, genç kızı incitmeden kollarından tuttu. Ayaklarından da…
Üryan, kaldırdı sedyeye uzattılar.
- İntikamın alındı ya, hiç üzülme, edi Doğan Bey.
- Bilakis mutluyum yiğidim.
Üryan, hiç konuşmadı. Eksikleri görüp, istenmeden yerine getirmekle ve Doğan Bey bir şey sorarsa cevap vermekle yetiniyordu.
Bu iki kişilik ordu, sağda solda cansız yatan cesetlerin arasından geçti, koyu karanlık gölgeli patikadan, aşağı inmeye başladılar.
Merdiven gibi üst üste konmuş taşlara basarak çıktıkları yer kocaman bir mağaraydı. Büyükçe bir kütüğün alevleri hâlâ sönmemiş, girinti ve çıkıntılar üzerindeki titrek ışık ve gölge oyunları, antik tiyatro havası uyandırıyor, ortalığı aydınlatmaya da yetiyordu.
Maria, ömründe görmediği bu kaya boşluğuna ve her biri başka bir köşeye bağlanmış atlara baktı. Kendi atı ve eşyaları aklına geldi. Nasıl diyecekti bu adamlara. Hepsi bir servet olan o kadar altını, mücevheri, Dragon çetesinden kurtarmıştı ama, bunlardan nasıl koruyacaktı? Doğan’ı görünce içinde tatlı bir huzur duydu. Acısını da düşündüklerini de unuttu. Bakıyordu gözünü kırpmadan.
Evet, buraya ve bu güzel insanlara kendini teslim etmekten başka çaresi yoktu. Nereye gitse canavar ruhlu insanlar peşini bırakmayacaktı zaten. Oldukça yorgun ve yaralıydı. Otlardan serilmiş yatak gibi şeyin üzerine yığıldı. Karşısında kocaman bir yıldız gibi parlayan ateşe gözlerini dikti. Baktıkça bu ışık gözlerinin içinde büyüyor, kırmızılaşıyor, tatlı baygın aydınlığı yorulmuş, buz kesilmiş içini ısıtıyordu.
Dışarıdan gelen sesle Doğan Bey, mağara ağzına doğru yürüdü...
Daha yeni tanıştıkları, canını kurtaran insanları merak ediyordu Maria. Kimdirler, necidirler? Bilmek, ona göre de dikkatli olmak istiyordu. Zorlanarak da olsa çıkışa geldi. Kayalardan tutunarak dışarıyı görecek kadar yaklaştı. Savaşçılar ortalıkta yoktu. Aksayarak, taş arkalarına gizlenerek, daha geniş bir alana yürüdü. Gözleri, atların hemen yanı başındaki altın, mücevher dolu kendisine ait sandıklara ilişti. Elinde olmadan üzüldü. Babasının bir ömür boyu peşinde koştuğu hazineler, Dragon eşkıyalarından kurtarılmıştı ama, şimdi de tanımadığı bu kahraman gençlerin eline geçmişti. “Nasıl da sandıklara sarılmışlar?” diye söylendi. “İçini açacak ve mücevherleri boşaltacaklar herhâlde” diye düşünerek yaş dolu gözlerini kapadı. Olacakları görmek istemiyordu. Kulaklarını daha açtı. Şimdi, konuştuklarını daha rahat duyuyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.