Köşkün arka kapısından sessizce çıktı Gülşah!..

A -
A +
Gecenin ilerlemiş saatlerinde ağaçların sallandığını gördü. Birden yürekceğizi hop etti.   Ses, müzik ve dans karışımı başını döndürdü Kripto'nun. Bu karmaşa içinde tecrübelerini özetlemeye çalıştı. Siyah ve beyaz, gece ve gündüz, kadar zıt, bu iki dünyanın biri almak, diğeri vermek için çalışıyordu. Bunların hepsi de inançlarından kaynaklanmıyor muydu? Eyvah!.. Eyvah ki bu hakikati, sesli düşünmeye hiç fırsat vermemişti. Herhangi bir sebeple aklına geldiğinde, acımasızca cezalandırmıştı kendini de, arkadaşlarını da. “Tuhaf ki ne tuhaf!” diye gülümsedi. Oynayan kızlardan biri yaklaştı. Bakışları yüreğini hoplattı. Kalbi çarpıyor, gözleri büyüdükçe büyüyordu. Müzik, raks ve eğlenen insanların şen, şakrak gülüşleri, ruhları ürperten latif, şeytani bir ahenk olup taşıyor, şehvet olup fışkırıyordu her tarafından...             *** Terslenmeyi, istenmemeyi bir türlü kabul etmeyen Erkara, yine fena hâlde hiddetlenmiş, gözü dönmüştü. İnsanların istirahate çekildiği ve paşanın da evde olmadığı bir zaman kollayarak, gizlice Beyaz konağa yanaştı. Gülşah’ın odası aydınlıktı. “Demek uyumamış!” diye hayıflandı. Kucağına biriktirdiği koca taşlarla pencereye iyice yaklaştı. Sonra da gerindi, elindeki kara taşları birbiri ardınca fırlattı. Şangır, şungur, bütün camlar kırıldı. Paldır, küldür devrilen içerideki eşyalar, yerlere devrildi. Gürültüden ödü kopan Gülşah’ın yanından vınlayarak geçen iki taş karşı duvara çarptı. Seslerin kesilmesiyle kendine gelen Gülşah, ayağa kalktı. Camları kırılmış pencereden bahçeye doğru öfkeyle baktı. “Erkara’nın işidir. Aklınca gözdağı veriyor edepsiz” dedi, kendi kendine. Korkusu, beybabasının duyup, işin büyümesi, devlet meselesi hâline gelmesiydi. Erkara’nın musallat olmasını çok ölçtü, biçti. En sonunda tek başına halletmeye karar verdi. Babasının yedek kılıcını aldı, eski elbiselerinden kendine uyabileni giyindi. Ocaktaki soğumuş odun kömürlerinden faydalanarak bıyık yaptı. Başına da bir kalpak geçirdi. İyice tanınmayacak hâle geldi. Köşkün arka kapısından sessizce çıktı. Gecenin karanlığından da istifade ederek bahçedeki ağaçlardan birinin dallarına tırmandı. Başladı beklemeye. Aradan ne kadar zaman geçti tahmin edemedi. Atılan taşlara, kırılan camlara rağmen yine de; “Kesin Erkara yapmıştır” diyemiyordu. Allah’tan korkuyor, iftiranın ne mânâya geldiğini çok iyi biliyordu. Onun için böyle tehlikeli yolu seçmişti. Gözleriyle görecek, şek ve şüphesi kalmayacaktı. Sonrasında ise ne lazımsa onu yapacaktı elbette. Evdekilerin ve arkadaşlarının hiçbirinin haberi yoktu bu düşüncelerinden. Fikrini her kime açsa, herkes ağız birliği etmişçesine; “Hayır!.. Olmaz!..” diyecek, yoruma, açıklamaya bile lüzum duymayacaklardı. Gecenin ilerlemiş saatlerinde ağaçların sallandığını gördü. Birden yürekceğizi hop etti. Erkara gelmişti. Dizleri titredi. İçinden; “Ben korkmuyorum!.. Ben korkmuyorum!.. Fakat ayaklarıma sözüm geçmiyor, ne yapayım?” dedi. Yavaşça aşağı atladı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.