Onun en büyük mahareti ortalığı velveleye vermekti!

A -
A +
Hükmedici, şarlatan, maskara, diğer bir ifadeyle zalim, çirkin ve küstahtı.
 
 
Dördü de birden gülüştü konuşulanlara. Doğan Bey, Üryan’a baktı;
- Sen ne dersin?
- Seni, beni mi var bu işlerin yiğidim?.. Ne demişler? Anca beraber, kanca beraber!..
Doğan Bey kollarını açtı, üçünü de birden kucakladı. Sanki dört yiğit bir beden olmuştu.
- O hâlde, gazâmız mübarek ola!
Gece yarısı geçtikten sonra da harekete geçmek üzere her biri bir köşeye çekildi. Kimi oku, yayı ve diğer silahlarıyla uğraştı. Kimi de uzanıp istirahat etmeye çalıştı içinden geldiğince…
Kâbus, menderesler çizerek akan ırmağı sıkıştıran iki kayalığın en sarpı üzerinde inşa edilmiş, etrafı hisarla çevrili muhteşem şatoda oturuyordu. Dört yüksek duvar arasında dar taş merdivenlerden çıkılan en yüksekteki kule gibi yer, ayakta elini göğe kaldırmış şekilsiz bir devin, taşlaşmış yumruğu üzerine oturtulmuş gibiydi. Sanki gökyüzünden vâdiye, oradan da göz alabildiğince uzanan verimli ovaya bakıyordu.
Bu eşsiz kartal yuvası, bir asır evvel çok genç, güzel bir kızla evlenen büyükbabası tarafından inşa ettirilmiş. Yaptırırken usta; “İçerisini kuşların bile göremeyeceği şekilde yüksek yapın” diye de sıkı sıkıya tembihlenmiş. O gün, bugündür hiçbir kuşun üzerinden aştığı görülmemiş. Bu devler yuvasının, tek sadık arkadaşı yaz, kış durmadan esen rüzgârlar olmuş. Şimdiye kadar hiçbir imparator muhasara etmemiş. Edenler de almayı başaramamış. Birkaç defa Türk akıncıları kapıları zorlamışlarsa da, her defasında geri çekilmek mecburiyetinde kalmışlar.
Avını arayan şahin gibi etrafını seyrettiği şatonun en yüksek noktasındaki hususi odasından rüzgârın sesini dinleyerek, her şeyin en iyisini yer, içer keyfine bakardı Kâbus. Sırtında kırmızı ipekten altın simlerle ince ince işlenmiş ağır, parıl parıl bir pelerin, başında doyumsuz mizacının simgesi iki ağızlı balta görünümünde kırmızı ipek üzeri som altın, kıymetli taşlarla işlenmiş tacı vardı. Sarı, kızıla çalan ondüle saçları büklüm büklüm omuzlarını yalayarak üçe ayrılıp, bir parçası sağ göğsüne, bir parçası sol göğsüne, diğer büyük kısmı ise sırtından bel hizasına kadar uzanıyordu. İnce uzun bıyıkları koç boynuzu şeklinde kıvrılmış, ucu pembemsi sivri burnunun iki tarafında Hindu rahiplerin burun hızmaları gibi bozulmadan duruyordu.
Kendinden aşağı hiç kimseyi sevmez, başarılı olup yükselmeye aday olanların ise acımasız düşmanı olurdu. Kıymetli olanı kendine alır, kalitesiz, sahte olanı maiyetine, etrafındakilere büyük ikram, iyilik ve "hayır" derecesine çıkartır, merasimle de verirdi.
Bu sabah yine erkenden kalkmış; “Uyanınız! Uyanınız! Haydi miskinler yeter yattığınız!” diyerek avazı çıktığı kadar bağırdı. En büyük mahareti ortalığı velveleye vermekti. Hükmedici, şarlatan, maskara, diğer bir ifadeyle zalim, çirkin ve küstahtı. Emellerine kavuşmak için her yol mubahtı ona göre. Büyük altın ve mücevher naklinde bile en yakını, öz kızını kullanmaktan çekinmemişti... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.