Kripto, sabahtan beri hep bu anı beklemişti

A -
A +
Doğan Bey, bu yılışık sarhoşlardan nasıl kurtulacağının hesabını yapıyordu...
  Masalar yine dopdoluydu. Neler yoktu ki? Güz mevsimi olduğundan bütün meyve ve sebzelerden sepet sepet, fıçılar dolusu şarap, kokusu uzaklardan duyulan taze pişmiş ekmekler, çeşitli peynir, zeytin, tereyağı ve kaymak kâseleri, hepsinden de önemlisi ocakta kızartılmakta olan hınzır, kuzu, dana, balık, piliç çevirmeleri. Hurufi’nin haşhaş tozları. Loş ışıkların aydınlattığı şatonun alt katındaki bu geniş yer, yanan ocaktan çıkan buhar ve dumanlarla bir daha esrarlı hâl almıştı. Bol, kalın sütunlar, bahar sabahı gri, pembe sisler arasında kalan dağ zirvelerini hatırlatıyordu insana. Doğan Bey, arkadaşlarını ararken, zil zurna sarhoş bir kızla, sarmaş dolaş âşığını gördü. Gözlerini yere çevirip, uzaklaşmak istedi. Bu arada yalpalayarak elindeki şişesini kafasına diken adam Doğan Bey’in kolundan tuttu. - Gel biraz oturalım şövalyem. Gördün ya şu kızı… Hayatında bu kadar güzel birine rast geldin mi? Kripto aşkına söyle. Şu saçlara bak… Altın! Tabii altın! Altının kıl hâlini almışı! Öyle yapma falan değil. Dikkat et, Kâbus aşkına… Hah ha! - !!! Doğan Bey, bu yılışık sarhoşlardan nasıl kurtulacağının hesabını yaparken, Çekirge imdadına yetişti. Sarhoşun kulağına bir şeyler fısıldayarak gülüştüler. Sonra da oradan uzaklaştılar. Doğan Bey ve arkadaşları, gittikçe dolan meyhane gibi bu yerde insanların iyice sarhoş olmalarını beklerken, buradaki güvenilir adamlarının yardımlarıyla giriş, çıkış tünellerini, kapı anahtarlarını ve kaçıracakları Hurufi, Kripto ve diğerlerinin nerede, ne yaptıklarını da tespit etmişlerdi. Karanlık bir köşede bir araya geldiklerinde Kripto’nun olmadığını, Kâbus’un yanına çağırdığını konuştu, harekete geçmek üzere herkes kendi köşesine çekilip, bekledi…             *** Kâbus, memnun ve gülerek kendine en yakın büyük ve süslü sandıktan bir kese altın aldı. Avucunda tarttı. Daha bir sırıttı. Kripto’ya uzattı. - Fazlasıyla hak ettin. Dahası var azizim. - Sağ olasın efendim… dedi. Yanı başında gülüşen dilberlere kaydı gözleri. Kâbus’un dikkatinden kaçmadı bu şuh ve iştahlı bakışlar. Sinsi bir gülücükle; - Tamam, sözümü unutmuş değilim!.. Seninle, yakından ilgilenecekler bu güzeller. Merak etme… - !!! Efendilerinin kahkahasıyla birlikte, baş işareti, üç genç kadını, hemen emri yerine getirmek üzere, harekete geçirmesine yetti. İkisi Kripto’nun kollarına girdi. Diğeri de şarap ve kadehleri tepsiye koyup, gülerek peşlerinden yürüdü. Kâbus, bir müddet daha mânâlı mânâlı güldü. Kapıdan çıkarken en arkada kalan kız, efendisiyle bakıştı ve birbirlerine göz kırptılar. Huzurdan çıkanlar, som altından bir heykeli okşayarak döndü, kristal aynalarda kendilerini seyrederek, parlak mermer döşemelerden kayarcasına geçtiler. Üç kız gülüşerek, şakalaşarak yürüdüler. Kripto, sabahtan beri hep bu anı beklemişti. Yemeye, içmeye, kadına, müziğe, dansa, kısacası her şeye son derece acıkmıştı. Hiçbir şey yapmamış olsa bile yalnız Osmanlılar arasında bu kadar zaman geçirmek mükafatlandırılması için yeterdi ve artardı bile. Oysa o neler yapmamıştı ki? Bir devi kalbinden hançerlemiş, zayiat vermeden de geri dönebilmeyi başarmıştı. Hem de Hurufi ve adamları gibi fazlasıyla. Bir düşünülse ne mânâya geleceği çok iyi anlaşılacaktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.