Osmanlı akıncılarının içeride olabileceği haberi gelmişti!..

A -
A +
Erkara, Aşır, Palabıyık kılık, kıyafet değiştirmiş birer ecnebi gibi görünüyorlardı.
  Çekirge sanki bir şeyler olacakmış gibi Doğan Bey’in konuşmasından duygulanmış, ağlamamak için dudaklarını ısırmıştı. - Söz ne demek beyim? Emîrimizsiniz, ne derseniz onu yapmamız boynumuzun borcu. Lakin!.. - Bu işin lakini, makini yok karındaşım, deyip ensesine sevgi, muhabbet tokadını indirdi gülümseyerek. Çekirge Ali, bu kadar büyük, bu kadar gizli hareketin serdarı olan bu zata ne yapacağını sormaya gelmişken aldığı cevap aklını başından almıştı. “Gel de bu yiğide kurban olma?” dedi içinden yürüdü. Küf kokan, tozlu, topraklı merdivenlerden inerken, kocaman duvarın dibinde bir kovuğa benzeyen kalın kapının önünde durdu. Aralıktan baktı. Karanlık bahçede arkadaşları hazırlıkları tamamlamışlar, son gelecekleri bekliyorlardı.          *** Erkara, Aşır, Palabıyık kılık, kıyafet değiştirmiş birer ecnebi gibi görünüyorlardı. Şatonun içini, dışını karış karış gezip, dolaşmışlar. Tanıdık bir sima ve insanla karşılaşmamışlardı. Bir ara Aşır, Helen’le konuşan Doğan Bey’i görmüşse de, onun kızla, kadınla alâkadar olacağına ihtimal vermediğinden; “Herhâlde benzettim” deyip, geçmişti. Üç kafadar şatonun güvenliğinden sorumlu şövalye Boris’e Osmanlı akıncılarının içlerinde olabileceği haberini getirmiş, o da alelacele Kâbus’un huzuruna çıkarmıştı. Oldukça iltifat görmüş ve bir o kadar da mükafatlandırılmışlardı. Bir de yakalatıp, teslim edebilselerdi. O zaman; “Bir taşla iki kuş vurma” buna diyeceklerdi. Yine de az şey yapmamış sayıyorlardı kendilerini. Maksat hasıl olmuştu onlara göre. Ya söylemeselerdi! Ne olurdu, kim bilir? Kâbus’un huzuruna çıkarılışlarını ve konuşulanları unutamıyordu Erkara. Elinde olmadan vicdanını dinledi. Yanlış mı yapıyordu acaba? Bir tarafta memleketi, Bursa ve oradakiler, diğer tarafta Gülşah’a sahip olma arzusu, istikbali, Kâbus ve adamları... Hata yaptığını düşünse de başka çaresinin olmadığına inandırdı kendini. Yaşamak, hedeflerine varmak için tek şansıydı bu. Yüksekten eğlenenleri seyrederken, kulaklarında Kâbus’un kahkahaları yankılanıyordu. - Demek, üzerimize adam salmışlar ha!.. - Lakin, bahsettiğim adam alelâde biri değildir!.. Akıncı Başı Doğan Bey’dir gelen. - Namını duymuşumdur!.. - Kendisi ne ki, namı ne ola? - Eh, madem o Akıncı Başı Doğan Bey buraya gelmekte… Bize de onu bir güzel ağırlamak düşer! - Sen de iyi bilirsin ki efendim… Baskın basanındır!.. diyen Erkara, Kâbus’un alaylı kahkahasıyla şaşkına dönmüştü. Kulaklarını tırmalarcasına bir çığlık gibi üzerine düşen bu gülücükler hayallerinden uyanmasına sebep oldu.               *** Beklenmedik haber, başta Kâbus olmak üzere bütün etkili ve yetkilileri rahatsız etmeye yetmiş ve artmıştı bile. Bu yüzden kılı kırk yararcasına tedbir üstüne tedbir almış, en ufak bir ihmale müsaade etmemişlerdi. Halk ve kadınların eğlenmesi ise tedbirlerin kamufle olması için lüzumlu görülmüştü. Yüzlerce gönüllü giriş, çıkış ve yolları tutmuş, iyice gizlenmişlerdi. Bunların arasından Osmanlıların ancak cesedi geçebilirdi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.