"Ben o gece kurtardığınız Maria'yım, tanıdın mı?.."

A -
A +
Zindan kapısının açılmasını beklerken tanıdık bir sima gördü Maria. Bu, Üryan Eşkıya idi!..
 
Maria ve zindancıbaşı, şatonun en tepesindeki odadan zindana kadar iki kara sevdalı âşık gibi kol kola indiler. Zindan kapısının açılmasını beklerken tanıdık bir sima gördü Maria. Hafızasını zorladı. Kim ve nereden tanıdığını hatırlamaya çalıştı. Şimşekler çaktı kafasında. O geceyi ve kendine yardım eden Osmanlı’nın yanındaki bu çalışkan ve saygılı insanı da unutmamıştı.
- Hey şövalye! diye seslendi Maria, zindancıbaşı kendine denildiğini zannederek.
- Emret Prensesim!
Maria, zindancıbaşının etrafında pervane olmasına aldırmadan gülerek bir solukta Üryan Eşkıya’nın yanına koştu. Kim olduğunu bir türlü sorup öğrenemediği kurtarıcısının yardımcısı karşısındaydı. Siyah elbisesinin yakalarındaki parlaklık göz kamaştırıyordu. Sanki manyetize olmuştu. İki eliyle ellerinden tuttu, sarsarak sıktı. O da şaşırmıştı.
- Sen! Sen o gecedeki ha! dedi fısıldayarak. Kaybettiğini bulmuş bir çocuk heyecanı ve sevinciyle.
- Ben o gecedeki kurtardığınız ya! dedi Maria. Zindancının yanına yaklaşmasına fırsat vermeden diyebileceğini demek istiyordu. Eliyle “dur” mânâsında işaret yaptı.
Zindancıbaşı biricik “sevgilisini” üzmemek için olduğu yerden bir adım bile atmadan çakılıp kaldı.
- Nasılsın kurtarıcım?
- Çok iyi…
- Sen buralar…
- !!!
Üryan Eşkıya şaşırmıştı. “Acaba ne dese, nasıl cevap verse de yiğit Doğan’a zarar gelmese?” diye düşünüyor, bir yol bulamıyordu. Maria’ya Doğan Bey’in fevkalâde iyiliği olmuştu. Lakin insanoğlu çiğ süt emmişti. Ya vefa duygusu yoksa ya ikiyüzlü, zalim biriyse, o zaman ne yapacaktı?
Neye, nasıl tepki göstereceğini kestiremiyordu bir türlü.
Maria’nın pırıltılı, güvercin göğsü gibi yanar döner yerlere kadar uzanan elbisesine takıldı. Her nedense göz göze gelmek istemiyordu.
“Kurtarıcım” demekle ne demek istiyordu acaba?
Maria, karşısındaki bu yiğidin tereddüt geçirdiğini anlayınca, onu rahatlatmak ve güvenini kazanmak için neler olup bittiğini bildiğini, kendilerine bir can borcu olduğunu, elinden ne gelirse yapacağını, nerede, nasıl buluşacaklarını fısıldayarak ayrıldı.
- Hadi şövalyem gidiyoruz, dedi.
Gelip, tekrar zindancıbaşının koluna girdi. Konuştuğu adamın kim olduğunu merak ettiğini düşünerek;
- Çok iyiliğini gördüğüm biri. Alâkadar olmasaydım üzülürdü, diyerek geçiştirdi. Gülerek yürüdüler...
            ***
Üryan Eşkıya, yavaşça yaklaştığı meyhanenin kapısından içeri baktığında hâlâ o gecenin izlerini görüyordu. Eşyalar dağılmış, fıçılar yuvarlanmış, kan ve şarap karışımı gölcükler, dev aynası gibi bakanı, bir o kadar daha korkunç gösteriyordu. Veya Üryan’a öyle geliyordu.
Doğan Bey’in, gayreti, sağlam iradesi, insan sevgisi, sabrı, sebatı, mertliği, delikanlılığı, korkusuzluğu ve her şeyden önemlisi şeksiz, şüphesiz imânı, ihlası karşısında taş bile olsa erirdi. Kendisi erimiş hemen teslim olmuştu. Acaba Maria da erimiş miydi? İçinin bu “sus” bilmez sorgulamasını dinlerken göğsünün, görünmez granit kaya yığınları altında ezildiğini duyuyor, elinde olmadan üzülüyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.