“Doğan'ımı düşman şerrinden muhafaza eyle Allah’ım"

A -
A +
Matlube Hanım, teheccüd namazından sonra duasını tamamladı ve sedirin dibine çöktü...
 
Aşır da fikrini şöyle açıkladı:
- Doğan Bey’in özü, sözü bir, gerçek delikanlı olduğunu eskiden beri biliyorduk zaten. Yeri ve zamanı geldiğinde dile de getiriyorduk ya. Şimdi bir daha yakinen şahit olduk. Artık sıra bizde. Allah rızası için elimizi vicdanımıza koyup, bir adım da biz atalım. Şimdiye kadar zararımızdan başka bir şeyimiz olmadı. Bari bundan sonra ziyanımız olmasın. Evirmeden, kıvırmadan dosdoğru yanında yer alırsak, yaptığımız pislikleri, bizim hakkımızda bildiği hadiseleri bile Bursa’da hiç kimseye anlatmayacağına eminim. Olanlar, aramızda sır olarak kalır. Biz de böyle bir yiğitle dost, sadık arkadaş olmakla şereflenir, yeniden doğarız vatanımızın ufuklarından.
Başlarıyla tasdik ettiler, bu açıklamaları. Doğan’ın yanında kayıtsız, şartsız yer alacaklarına, ölünceye dek bir dediğini, iki etmeyeceklerine, hazarda, seferde, her yerde, her şartta omuz omuza olacaklarına, gerekirse canlarını seve seve verebileceklerine yemin ettiler, Mushaf-ı şerifi öperek…
            ***
“Doğan'ımı düşmanların şerrinden koru Allah’ım. Çelebime huzur ver, muvaffak eyle Allah’ım. Memleketimizi, Sultanımızı muzaffer eyle Allah’ım. Âmin!..” diyerek, teheccüd namazından sonra yaptığı duasını tamamladı Matlube Hanım.
Kalktı, mışıldayarak uyuyan Süleyman Çelebi’nin yattığı sedirin dibindeki yün yastıkların üzerine çöktü. Elindeki temiz, beyaz tülbentle terlerini sildi. Sırtındaki yünden örme ihram düşecek gibi oldu. Yeniden çekti, büründü. Hayat arkadaşına bakarken biricik Doğan’ını hatırladı. “Sıkıntılar, felaketler, ölümler insanda derin bir yara gibi kalıcı izler bırakıyor, kolay kolay iyileşmiyor. İyileşse de mutlaka izi kalıyor. Oysa mutluluklar, sevinçler, huzur ve saadetler saman alevi gibi çabuk geçiyor, zaman içinde eriyip kayboluyor. Hatta unutuluyor bile. İşte canlı misali karşımda…” dedi kendi kendine.
Sonra, masasındaki kâğıtları aldı, evirdi, çevirdi. Yazılanları okumaya başladı. Doğru, dürüst bir şey bulamadı. Güneş görmediği hâlde sararan bu sayfaları, öptü, kokladı. Başına koydu. Göğsüne bastırdı. “Keskin mürekkep kokan bu kâğıt yapraklar, bari işe yarasaydı” dedi. Elinde olmadan gözlerinden yaşlar süzüldü. İçinden tövbe istiğfar ederken, bir inleme duydu. Çelebi’ye baktı. Yüzünün rengi değişmiş, alnı, saçları terden sırılsıklam olmuştu. Uzun, kara kirpikleri aralandı. Gözlerinin içi gülüyordu.
Bu ani değişiklik, Matlube Hanım’ı da keyiflendirmiş, gülümsetmişti. Dudaklarından dökülecek müjdeli haberleri, mütebbessim beklerken Süleyman Çelebi de doğruldu. Yatağının içinde oturdu.
- Sultanım, bir rüya gördüm.
- Hayrola efendim.
- Hâlâ tesirinden kurtulamadım. Sanki hakikatti. Rüya gibi değildi.
- De hele Çelebim!.. İyice merakta koma beni.
- Kaç gecedir Emir Sultan Hazretlerinin tavsiyelerine uyarak istihareye yatıyordum. Bu gecede yine can-ı gönülden tövbe, istiğfar ettim ve istihareye yattım. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.