Gülşah, gelenleri rahat bir şekilde görüyordu...

A -
A +

Analar evlatlarına, bacılar kardeşlerine, çocuklar abilerine koştu, hasretle kucaklaştılar.

 
Duvarlar üzerine tırmanan yaramazlar, cambaz gibi oradan, oraya geziniyor, atlayıp, zıplayıp bağrışıyorlardı. Ana, baba gününe çevrilmiş, bayram yeri gibiydi her taraf.
Gülşah, gelenleri çok rahat bir şekilde görmeye başladı. Birkaç bölük atlı süvari, karşılamak için, önlerinden şimşek gibi çakıp, geçti. Aldırmadı. Doğan Bey’ini uzaktan tanıdı. Kılıcı, kalkanı güneşte parıldıyordu. Kızlar daha ileri gidip, Gülşah’ı sağından, solundan çekiştirdi, laf atıp, durdular. O, hiçbirine aldırış etmeden, yiğidini beklerken heyecandan sarardı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Ellerini göğsüne koydu. Gözleri buğulandı. Daha düne kadar ölüm haberini bekledikleri yiğidi, olanca ihtişamıyla yaklaşıyordu. Dizlerinin bağının çözülür gibi olduğunu sandı. Çökmek istedi. Utancından vazgeçti.
Kafile ellerinde bayraklarla iyice yaklaşmıştı. Uzun beklemenin, sabretmenin mükâfatıydı bu. Mutlaka hak tecelli edecekti, herkes yaptığının karşılığını görecekti. Gördü işte. Hasretliğini bitirecek hadise, gözünün önünde cereyan ediyordu, bütün canlılığıyla.
Gelenlerin iyice yaklaşmasıyla, analar evlatlarına, bacılar kardeşlerine, çocuklar abilerine koştu, hasretle kucaklaştılar. Sevinç gözyaşları sel olmuştu âdeta. Gülşah, edebinden bir şey yapamamıştı. Uzaktan el sallamakla yetindi Doğan Bey’ine. Bu da yeterdi ona. Canı sağdı ya, sıhhati yerindeydi ya ve hepsinden de önemlisi o, canavarların elinden kurtarıp, gelmişti ya, daha ne istiyordu ki. Şükürler etti, Allahü teâlâya binlerce…
         ***
Süleyman Çelebi, bugün çok heyecanlıydı. Son istişare ve hazırlıkların yapıldığı istirahat odasındaki zevatla birlikte hareketlendi. Önde Emîr Sultan, ardında Süleyman Çelebi ve diğer ulema, yoğun cemaat arasından geçerlerken ortalık dalgalandı. Sessiz bir çığlık gibi;
- Yol verin! Yol verin!
Diyerek birbirlerini ikaz eden müminler, daha ileri giderek Süleyman Çelebi’nin, Emîr Sultan Hazretlerinin ve diğer ulemanın kollarına girerek, yolu açıp, kuş gibi ön safa götürdü, Süleyman Çelebi için bir merdiven koyup, kürsüye çıkmasına yardımcı oldular.
Cemaatin içinde, konuşulacakları ve ilk defa duyacakları mevlidi, merak etmeyen yok gibiydi. Sevinçten, ne zamandır çıkmaya cesaret edemediği, hasret kaldığı kürsüden, meraklı cemaati süzdü. Önce şaşırır gibi oldu. Ayağındaki çakşırı, sırtındaki kaftanı, başındaki kavuğu kendini sıkıyor gibiydi.
Millet nefesini tutmuş, çıt bile çıkarmıyordu. Belli ki, ilk defa duyacakları önemli sözleri kaçırmak istemiyorlardı. Bu mühim tarihî hadise bir defa yaşanacaktı. Kimsenin yemeyi, içmeyi, işini, gücünü, evini, barkını düşünebileceği hâli de kalmamıştı.
Konuşmaların bütün ahali tarafından tam, noksansız anlaşılması ve duyulması için sesi, hitabeti güzel hafızlardan yüzlercesine vazife verilmişti.
Cami-i şerifin içinde okunanlar ve yapılan konuşmalar, sesin en son ulaştığı yerde, bu münadiler tarafından yüksek sesle tekrar edilecekti. Böylece ilk baştaki ses, son insana varana kadar, dalga dalga birbirine eklenerek noksansız ulaştırılacak, hem aşırı izdiham önlenmiş, hem de geniş kitlelere kısa zamanda denecekler denmiş, söylenecekler söylenmiş olacaktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.