"Acıyıp dururduk hâllerine asıl acınacak bizlermişiz!"

A -
A +
"Adamlar, her kılık ve kıyafette, ellerini, kollarını sallayarak içimizde dolaşmışlar."
 
 
Halktan birçoğu gelenleri gayet yakinen tanımıştı:
"Şu ihtiyar, Vâiz-i muazzam değil mi?.." "He, ya! Ta kendisi... " "A, a! Bu da dilenci, Karakuru!.. " "Yanındaki de bizim mahallenin dilencisi! Hele bak şunlara!.." "Biz de acıyıp dururduk hâllerine. Asıl acınacak bizlermişiz de haberimiz yokmuş!.. " "Ooo! Tüccar efendiler de burada!.." "Hiç gözüm tutmamıştı bunları amma ne yaparsın ki?.." Adamlar, her kılık ve kıyafette, ellerini, kollarını sallayarak içimizde dolaşmışlar. Biz de acayip bir şekilde uyumuşuz meğer..." "Uyutmuşlar desen daha doğru olur!.." "Ama uyumayanlar da, haberi olanlar da var!.." "Kimler?.." "Yıldırım Han’ımız, Emîr Hazretleri, Beyazıd Paşa’mız ve bütün paşalar..." "Doğan Bey, Erkara Bey..." "Erkara Bey’in benim dünyamda yeri yok!.." "Öyle deme. Sen neticeye bak…" Daha nice izahlar, fikir yürütmeler altında iyice kalabalığın içine girmişlerdi gelenler.
Hiçbir Hurufi, Osmanlıyla omuz omuza olur muydu? Şansa bak ki şimdi tam ortalarındaydı.
Sahte vaiz ve adamları çok endişeli ve düşünceliydiler. “Hiç Hurufi yok mu? İçinizde bize destek olacak insan kalmadı mı? İmdat!.. İmdat!.” diye bağırmak için ağzını açtı. Kalbinden kopan acı bir düğüm boğazını tıkadı. Sesi bir türlü çıkmıyordu. Sanki o an vücuduna tepeden tırnağa inme inmişti. Yalnız yaş dolu gözlerle boş boş bakındı. Neden sonra cesaretini topladı. Tanıdık birilerini arar gibiydi. Maalesef Kripto ile birlikte olduklarında yanlarına gelenlerden hiç kimsecikler yoktu ortalıkta. Sanki yer yarılmıştı da hepsi içine girmişti. Ne kara çuhalı, ne bıyıkları ağızlarına dolan, ne de haşhaş bakışlı kimsecikler ortalıkta görünmüyordu. Oysa altı ay boyunca Kızıl Köşk, Kara Konak bu adamlarla dolup dolup boşalırdı. Daha birkaç hafta öncesine kadar el etek öpenler, sadakat yemini edenler nerelerdeydi acaba? Tabii bunlar da Erkara gibi önce dost görünmüş, sonra da hatalarını anlamış dönmüşlerdi demek. “Kahrolasıcalar!” dedi içinden. Dişlerini sıktı Hurufi.
Sarıklı, kavuklu, külahlı, fıstıki yeşil, beyaz cübbeli hâfızlar, mollalar, dervişler ve talebeler vızır vızır geçiyorlardı atının sağından solundan.
Dalga dalga nağmeler geldi kulağına. Dikkat kesildi; “Bunlar şiir” dedi fısıldayarak.
Sesi duyan herkes olduğu yerde durdu kaldı.
Hurufi iyice kahırlandı, ezildi, büzüldü. Ona cevap olduğu apaçık belliydi. Halk hep bir ağızdan öyle huşu içinde tekrar ediyordu ki, başı döndü. Atın üzerinden düşecek gibi oldu.
“Demek ölümden, çengelli, kazıklı işkencelerden daha beter şeyler de varmış. Keşke ölseydim, lime lime olsaydım da bu günleri görmeseydim! Ah Temur! Ah Temur, seni şimdi mumla arıyorum. Osmanlı senden de betermiş de benim haberim yokmuş!” diye kendi kendine söylendi. Herkes üşümemeye çalışırken bu terden sırılsıklamdı. Hırsından ve kederinden deliye dönmüştü de yapacağı bir şeyi yoktu. 
Allah adın her kim ol evvel âna,
Her işi asan eder Allah âna,
 
Allah adı olsa her işin önü,
Herkes ebter olmaya ânın sonu.
                                                       DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.