Uzun yoldan gelecek misafirini bekliyordu!

A -
A +
Boğa Hasan sağ yoldan, Atmaca Nuri soldan, Doğan Bey de ortadan gitmek üzere atlarına bindiler.
 
Demirci ocağında kızdırılmış büyük bir nal gibi bulutların arkasında gizlenen akşam güneşine elini siper ederek bakan Doğan Bey;
“Daha fazla geç kalmayalım. Haydi Bismillâh…” diyerek doğruldu. Evvelâ, şeffaf bir sis gibi başlayan asırlık ağaçların gölgeleri altındaki eşyalarını atlarına yükleyip, üç yol ağzına indiler. Üç ahbap, sevgi, coşku ve ayrılık hasretiyle tekrar kucaklaştılar. Boğa Hasan sağ yoldan, Atmaca Nuri soldan, Doğan Bey de ortadan gitmek üzere atlarına bindiler. Bursa’dan ayrıldıkları gibi yine kararlı ve huzur doluydular. Bu sefer tek başlarına tozu dumana katarak at koşturuyor, “dehh” sesleri, kırbaç şakırtılarına karışıyordu vadilerde…
Doğan Bey, dava arkadaşlarından ayrılalı beri yavaşlamamıştı bile. Karanlık çökmeden köye ulaşmak isteğiyle dar patikada atını mahmuzlayarak koşturuyordu dur durak bilmeden. Gözü ufuklarda, kulağı çevreden gelecek seslerde, gönlü muhterem hocasının söylediklerinde, kafası ise Timur’un yaptıklarındaydı.
Bu isimden öyle tiksinmiş ve nefret etmişti ki her aklına geldiğinde sanki ateşsiz bir humma bedenini sarıp cayır cayır yakıyor, soğuk soğuk ter döktürüyordu ona. Bir daha düşünmemek ve hayallerinden atmak için gözlerini sıkı sıkıya yumdu. Ne yaptıysa nafile! Kafasından geçenlere, duygularına hükmedemiyordu. Kocaman azgın fil sürüleri, cesur ecdadının, yiğit kardeşlerinin, saf milletinin nesi var, nesi yok katmış önüne, acımasızca ezip geçiyordu. Atları, arabaları darmadağın edilmiş; kadınlar, çoluk çocuk can havliyle yollara dökülmüş kulakları yırtarcasına ağlaşıyor; köyler, kasabalar is pas içinde; her taraf ateşe verilmiş, alevlerle birlikte ‘âhu vâhlar’ göklere yükseliyordu…
“Âh! Evet, bu felâketi yaşamadan ne yapılacaksa yapmalı…” diye söylenerek epey zamandır yol aldığı sık ağaçlıklı ormandan çıktı. Geniş düzlükleri, tarlaları dolduran cırcır sesleri, gittikçe koyu bir tül gibi etrafı örten karanlık, gecenin iyice girdiğini gösteriyordu.
Uzaktan gelen köpek havlamaları, belli belirsiz insan sesleri yakında bir yerleşim yeri olduğunun müjdecisiydi lâkin iyice de yorulmuştu. Sıkça esnemesi mutlaka uyku alâmetiydi. Bir an evvel köye ve kalacağı eve ulaşmak isteğiyle son bir hamle daha yaptı. Küçük bir köpek grubu nereden çıktıysa çıktı etrafını sardı. Durmadan havlıyor, at ilerledikçe onlar da peşi sıra koşturuyordu.
Köye giren geniş taş yolun ağzında durdu. Alacakaranlık içinde aradığı evi tahmin etmeye çalıştı bir müddet. Köpeklerin aralıksız havlamalarından olsa gerek çitlerin arkasındaki beyaz badanalı evden aksakallı biri çıktı. Durmadan kendine doğru geliyordu. Yaklaştıkça aksakallı, kuru bronz yüzünün etrafında gümüş bir hâle gibi parlıyor, beyaz sarığıyla daha uyumlu görünüyordu. Giyim kuşamı oldukça temiz ve bir o kadar da ahenk içindeydi. Ellerini, kırmızımsı kuşağının içine sokmuştu. Atın yanına yaklaşınca önce yerden bir taş alarak etraftaki köpeklere fırlattı. Hayvanlar sağa sola kaçışırlarken, adam da Doğan Bey’in pencerelerden sızan ışıklarla yaldız gibi parıldayan atının dizginlerinden tutuverdi.
Uzun yoldan gelecek mühim misafirini bekliyor ve tanıyor gibi hâli vardı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.