Timur hakkında yetkilileri doldurmaktan zevk alırdı!

A -
A +
Çakır Vezir, Bursa’yı, idare edenleri ve edilenleri çok iyi tanımış, komşularıyla da ahbap olmuştu.
  Timur’dan kaçanları ayrı ayrı konaklarda misafir etme emri vererek, etrafı bitki motifleriyle işlemeli pencereyi açtırdı. Dışarıdan gelen bülbül şakımaları coşkuyla odayı doldurdu. Yıldırım Han’ın aklı sönmüş, muhakemesi durmuş gibiydi. Acaba kendisinin olmayacak şeylere inanıp inanmayacağını denemek için bu bir tertip miydi? Emirler, şahlar, vezirler ve grup grup insanlar ta buralara kadar dökülüp kendisini tecrübe mi ediyorlardı? Bu mümkün olamazdı. Zihnini zorladı. İçinden “Hayırdır inşallah!” derken dışından da; “Hâlis bir şerbet getirin!” diye seslendi. Her şeyi elinin tersiyle arkaya atar gibi bir hareket yaparak, bu seneki faaliyetlerinin ne durumda olduğunu sordu ilgililere. Bilhassa Kostantiniyye üzerine yapılacak sefer hazırlıklarını çok gizli tutuyordu. Birkaç paşa ve vezirin dışında fazla bilen de yoktu zaten. Çalışmaların son durumları hakkında en detaylı bir şekilde bilgilendi. Neşesi de keyfi de yerine gelmişti. Timur, ateş olsaydı düştüğü yeri yakardı. Şimdilik ona kafayı yorup huzurunu bozmak istemiyordu. Her türlü tedbiri de alacaktı elbette...        ***
Çakır Vezir, dur durak bilmiyordu. Yorgunluğunu üzerinden atar atmaz çevresiyle ilgilenmeye başladı. İnsanları, âdetlerini, zaaflarını, kimi sevip neyi sevmediklerini, devlet halk münasebetlerini, mühim hâdiseleri sorup öğrendi. En derin iz bırakanı ise Ulucami-i Şerif kürsüsünden yapılan vaazdı. Yapılanları unutmaları imkânsız görünüyordu. Bu mevzu açılınca her kesimden insanın rengi soluyor, gözleri kısılıyor, burun delikleri kalkıp iniyordu; öfkelerini gizleyemiyorlardı bir türlü. Her nedense bu tür işlerle meşgul olmaktan büyük zevk alıyordu. Kısa zamanda Bursa’yı, idare edenleri ve edilenleri çok iyi tanımış, komşularıyla da ahbap olmuştu. Yeni dostlarla yeni çevresinde zaman zaman gezintiler yapar, olup bitenleri yakinen görür ve Timur hakkında yetkilileri doldurmaktan da büyük zevk alırdı. Bugün onun için farklıydı. Üryan ve Erkara Bey’le birlikte Horasan tarafından yeni gelen Kara Yusuf’u, sultanın tahsis ettiği konağa götürüyorlardı. Ulucami-i Şerif’e giden üç yol ağzında ahşap mescidin önündeki taş döşeli meydancıkta mahalle çocuklarını çelik çomak oynarken, pürneşe gördüler; “Çocuklar her yerde aynı. Ne gamları var ne kederleri. Dünya çayır cayır yansa bir tutam otları bile yanmaz bunların” diyerek tebessüm etti.
Beylere katı yürekli görünmek ve öyle tanınmak istemiyordu her nedense. Yazmacı Abdullah’ın dükkânın önünde geçerken nereden çıktığı belli olmayan biri yolunu kesti. Göz açıp kapayıncaya kadar elini öpüp, gizlice bir nâme tutuşturuverdi. Sonrada kalıpsız başlığını iki eliyle bir hamlede bastırdı. Konuşmadan birdenbire döndü. Geldiği yerin ters istikametinde bacasından dumanlar yükselen fırının dar aralığında kayboldu gitti. Hiç kimsenin farkına bile varmadığı bu gelişme şaşırttığı kadar da heyecanlandırmıştı onu. Kafası da aklı da kâğıtta, yemekler hazırlanana kadar hep Timur’un yaptıklarını anlattı yine. Erkara Bey, Üryan’ın daha iyi kavraması için kimi mühim kısımları tercüme etti bazen de. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.