“Yiğit biri olduğunu anladım beyim..."

A -
A +
Kulaklarına inanamadı Doğan Bey. “Neler söylüyor?” diyerek yutkundu. 
 
Doğan Bey pek şaşırmıştı bu cevaba. Serçetutan’ın ana tüyleri dökülmüş, kahverengi kürküne bakarak bu mecburi yol arkadaşının nasıl bir insan olduğunu anlayamıyor, neler yapıp, yapamayacağına karar veremiyordu bir türlü.
“Nasıl, mutlu olabildin mi verdiğin cevaplara?”
“Olmadım vallahi!”
“Bir kere yemin etme. Boşa Vallahi, tallahi diyenleri sevmiyorum…”
“Ey! Şimdi…”
“!!!”
“Pek çalışkan ve yiğit biri olduğunu anladım Bey. İşte benim de zoru başaracağımın bir ispatı bu gördüklerin. İstediğimde en sarp kayalar, erişilmez zirveler bana vız gelir!”
Kulaklarına inanamadı Doğan Bey. “Neler söylüyor?” diyerek yutkundu. Bu adamla işinin zor olacağını düşünerek kahırlansa da farklı ne yapabilirdi ki? Serçetutan bir şey demenin ve başarmanın sevinciyle, kendine has bir gülüşle kollarını kanat gibi yanlarına vurarak çırpınırcasına kahkaha atıyordu. Soğukkanlılıkla;
“Timur’u bertaraf etmek için daha çok çalış. Fevkalâde gayretli ol! Daha çalış! Daha…” diye söz atarak bu Osmanlı akıncısının sabrını mı denemek istiyordu? Doğan Bey, oldukça pişkince cevapladı. Onun derdi başkaydı. Şahsî ve nefsî duygusallıklarla hedefinden, maksadından vazgeçecek değildi ya…
“Çalışacağım.! Hem de pek çok. Bütün gücümle. Sen de benim velinimetim olursun… Ölünceye kadar minnettar olurum. Hele bu işi bir başaralım, gör neler olacak.”
“Timur’un gazabına uğramazsak ve dahi ömrümüz olursa görürüz Bey!”
“Olur inşallah! Her yerde her zaman söyleyeceğim kahramanlığını, nasıl bir yiğit olduğunu. Bu şark illerini mutlaka bizden daha iyi biliyorsun. Bitmez tükenmez bir akıl, demirden el, kol ve tunçtan ayak oluyorsun. Onun için size layık arkadaş olacak, sadık bir dost kalacağım...”
“Canım talihin varmış! Ben karşına çıktım. Sana yardım etmeye söz verdim. Önce kendime ve milletime tabii… Demur denilen adam için bilhassa…”
“Bir söz amma pir söz…”
“!!!”
Yarı şaka, yarı ciddi gülüşerek yol almaya devam ediyor, bir taraftan da mizaçlarını, zaaflarını, beklentilerini ölçmeye, tartmaya çalışıyorlardı birbirlerinin…
Doğan Bey, her ne kadar konuyu başka taraflara çekip havadan sudan konuşmalara döndürmek istiyorduysa da ezberlemiş gibi o lafı durmadan Timur’a ve yaptıklarına getirmeden edemiyordu.
Serçetutan, en ufak bir fırsatı değerlendiriyor, boş durmuyor, üstelik kendi hakanının kötülüğünden bahsediyordu. Yani bir isyancı... Yine öyle yaptı. Hemen Timur Han’ın zulmünden, yalan, dolan hile ve desiselerle nasıl hükümdar olduğundan dem vurmaya başladı. Doğru dürüst bir iş tutmadığını, hesap kitap bilmediğini, hak hukuk tanımadığını; sevgiden, merhametten mahrumluğunu, yeryüzünden İslâmiyet’i kaldırmak için her yolu mubah saydığını, insanları aldattığını, maalesef kimselerin hâlâ tam uyanamadığını söylüyordu.
“Arkadaş bırak şu Timur’u mimuru da biz diğer arkadaşlara ne zaman ulaşacağız?”
“Bu konuyu açtığımda sen de hep kapatmak istiyorsun ne hikmetse.”
“!!!”
“Yoksa!”
“Eee!”
“Yoksa bilgilenmenize yardımcı olmamı istemiyor musun?” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.