Üç arkadaş, tebdil-i kıyafetle her tarafı dolaştılar...

A -
A +
Nihâyet Doğan Beyin irtibat kuracağı son adama da ulaştılar.
 
Serçetutan’ın yüksek gayrete, azme, sağlam iradeye, bıkmadan çalışmaya, hesaba, kitaba dair söylediklerine inanmak mümkün değildi. Hele Timur Han için dediklerini ve hepsinden de mühimi dağları bile yerinden oynatarak tartabilecek gücünü pişkinlikle anlatışını dinlerken, göğsünün üzerine görünmez kara bir değirmen taşının konduğunu ve acımasızca çevrildiğini, un gibi ufalandığını duyuyor gibi acı çekiyordu.
Mektep, medrese tahsili görmemiş, yalınayak başı kabak bu nefsinin zebunu adamların yalan dolan sözleriyle önünde rehber olması doğrusu ona çok ağır ve ters geliyordu. Kendi kendine; “Kıskanıyor muyum ne?” derken hemen cevabını da buluyordu; “Ama niçin? Üryan eşkıya da dağların başında tek başına bir orduya bedel işler yapmamış mıydı?” Muhakemesi hepten durmuş, mantığı ise hissiyatını bir türlü düzeltemiyor; derlenip toparlanıp sakinleşemiyordu. Sanki bu adamların üstün lakaplarını, olağanüstü unvanlarını, gösterişli isimlerini hiçe sayan, ehemmiyet vermeyen bir eda ile yüzünü ekşitti. “Azgın nefsim beni nasıl da hırpalıyor hele!” diye içinden söylenerek yol arkadaşına döndü. Serçetutan aklından geçenleri okumuşçasına;
“Ne o? Yoksa beğenmiyor musun?” diye soru yöneltti manalıca.
“!!!”
Beklediği cevabı alamayınca işi şakaya vurdu, aklınca ders veriyordu.
“Kuruntuyu bırak! Adı sanı konmamış harp bu! Düğün bayram, oyun eğlence değil yiğidim! İşin içinde yaralanma, esir düşme, köle olma ve hatta ölüm de olan can pazarı burası! Öyle tüccar olmaya gayret et ki en pahalıya satanlardan olasın malını!”
“!!!”
Cevap vermeye tenezzül etmedi Doğan Bey lâkin aklından geçenlere de mâni olamıyordu: “Pis pis sırıtarak bu çulsuz neler diyor böyle? Söyledikleri de öyle sıradan laflar değil hani! Bak hele şuna!” Kendi kendine hayıflanırken ayağının önüne gelen bir kuru kozalağa olanca hızıyla vurdu. Vınlayarak gidebildiğince yuvarlayıverdi sararmış otların içinde… Hâlâ rüzgârda savrulan bir yaprak gibi hissediyordu. Pek şaşkındı…
         ***
Kış kapıya dayanmadan Horasan’a gelmeyi başaran üç arkadaş, tebdil-i kıyafet yaparak bir hafta boyunca şehir, köy ve civar kasabaları, dağları, yaylaları, kırları, bayırları dolaştılar. Nihâyet güney meralarında gayet uygun, suyu bol, av hayvanları ve yiyeceği olan bir yer buldular. Burası iki dağ arasında kalmış geniş bir vadiydi. Kışın ağır şartlarında rahat edecekleri, gerekli bilgileri, malzemeleri kolay toplayıp, maksatlarına varabilecekleri bir mekândı. Hazırlık için de idealdi. Hem insanların dışında, hem de diledikleri zaman istedikleri yerlere ve kişilere kolay ulaşabilecekleri mesafedeydi. En mühimiyse emniyet bakımından mükemmel tabii bir kale gibiydi.
Nihâyet Doğan Beyin irtibat kuracağı son adama da ulaştılar. Öve öve yere göğe sığdırılamayan kahraman, Timur’a en yakın bölgedendi. Anlattıklarına göre birçok kere yakından görmüş, konuşmuşmuş. Çok faydalı olabilecek bu rehber, diğerlerinden biraz farklıydı. Fazla başına buyruk galiba. İpe, sapa gelmiyor. Eski evinden ve yakınlarından ayrılmamak için Serçetutan ve Dağtartan’a direnmiş. Fevkalâde mukavemet etmiş. Taşla, sopayla üzerlerine yürümüş. Hatta saldırmış. Derin yaralar bile açmış. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.