"Delikanlı olmuşsun bak sana ağlamak yasak!.."

A -
A +
Geri geri bakarak merdivenlerden uçarcasına koşup kayboldu genç köle Türk çocuğu.
 
Doğan Bey telâşlandı. Daha sıkıca tuttu.
“Sakin ol Canali’m! Sakin ol!”
“Ağlamak benim kaderim! Yeni değil ki!”
“Anladım yeni olmadığını…”
“Hiç olmazsa şimdi yanımda beni dinleyen, acımı paylaşan biri var.”
“!!!”
“Hep yalnız kaldığımda, küfürler, hakaretler gördüğümde, anamı, babamı, memleketimi hatırladığımda ağlarım. Gidip sığınacağım, yardım isteyeceğim, derdimi açacağım kimim kimsem yok! Tek tesellim ve en güçlü silahım bu! Yaşlarla birlikte acılarımın da dışarı çıktığını hissediyorum! Öyle ferahlıyorum ki sorma Beyim! Bazen göz pınarlarımın kurumasından korkuyorum biliyor musun?! O da olmasa ne yaparım?”
“!!!”
“Bugünkü yaşlarım sevinçten… Tıpkı anam gibi sımsıcak kucaklayan, babam gibi sevecen bakan birinin yanındayım da ondan!”
Hıçkırmamak için zorlayarak sağa sola bakınan Doğan Bey:
“Kendini yorma kardeşim!” diyebildi güç belâ…
“Seneler sonra ilk defa bu duyguyu tadıyorum. Bırak da doya doya…” Küçücük yürekceğizi daha fazla dayanamadı. Kelimeler boğazına dizilmişti. Konuşamadan bardaktan boşalırcasına yaşlar akıttı…
“!!!”
Hele biricik, merhametli anacığı aklına gelince burun kemiklerinin sızladığını, içinin kavrulduğunu, çok acı çektiğini söylüyor, başka bir şey demiyordu Canali.
Doğan Bey, küçük yaşta başına gelmeyen şeyin kalmadığı bu güzel genci merhametle, tutup alnından öperken gözlerinden akan yaşlara mâni olamıyordu artık. Acı dolu bir yürek, akıncılar başını, Frenklerin korkulu rüyası yiğitler yiğidini kadınlar gibi ağlatmıştı.
“Ya bundan sonra ne olacak? İşin sonu nereye varacak? Buraya geliş hikmetlerinden birisi de bu yavrucağın içten dualarının bereketi olmasın?” Sorular çok, cevaplar da! Her ikisi de pek müteessir olmuştu. Yanındaki yedek elbiselerden birini daha çıkarıp gencin çıplak ayaklarını örtecek şekilde giydirdi.
“Haydi, hancının yanına!”
“!!!”
Canali’yle birlikte odanın kapısından çıkıp avlunun sonundaki merdivenlerin başına kadar geldiler. Ne düşündüyse;
“Sen şimdilik yalnız git! Sonra gelirim inşallah! Meraklanma…” diyerek başını okşadı. Cebinden çıkardığı bir mendille yüzünü gözünü sildi;
“Ağlamak yasak! Delikanlı olmuşsun bak.”
“!!!”
“Haydi hayırlı geceler…”
“Sana da efendim…”
Geri geri bakarak merdivenlerden uçarcasına koşup kayboldu genç köle Türk çocuğu.
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz…” sözünü birkaç defa tekrarladı kasvetli odasına geri dönerken. Kısa zaman içinde aklını başından alan şeylere şahit olmuştu.
“Aman Allah’ım neler duydum, neler gördüm?” diye söylenerek sedire, külçe gibi fırlatıverdi yorgun bedenini.
Evet, kendini buraya atmaktan maada çare yoktu. Nereye gitse iş olacağa varıyordu. Muhayyilesi örtülmüş, gözleri ağaç kesilmişti sanki. Ne kapatabiliyor, ne de başka bir şey yapabiliyordu. Boş bakışlarını, biraz önce hayat hikâyesini dinlediği Canali’nin tutuşturduğu ocağın helezonlar çizerek isli bacada kaybolan ateşine dikti. Baktıkça bu alev bir yanardağ gibi büyüyor, nar gibi kızarıyor, sanki gözlerinden giren baygın aydınlığı, buz kesmiş donuk kalbini ısıtıyor, yumuşatıyor ve eritiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.