Doğan Bey, ne ettiyse bir türlü uyuyamadı...

A -
A +
Lime lime olmuş, kırım kırım kırılmış kalbinin daha başka şeylere dayanacak hâli yoktu.
 
Canali’yi, anasını, babasını ve perperişan olan köyünü hayal ederken derinden ninni gibi gelen içli, yanık kadın sesiyle yeniden irkildi. Lime lime olmuş, kırım kırım kırılmış kalbinin daha başka şeylere dayanacak hâli yoktu.
“Rahat yüzü yok herhâlde!” diyerek daha yeni uzandığı yerden istemeyerek de olsa doğruldu.
“Hâlâ orada ha!. Bu kadar zamandır üşümemiş mi? Acaba beni tanıdığı birine mi benzetti? Yâ Rabbim nedir bu hâl? Yardım et!” diye söylenirken âdeta ruhunun hastalığını yeni keşfeden marazlı gibi hissetti kendini.
“İnsanlar ne kadar birbirine benziyor Allah’ım, padişah, bey, paşa, fakir, zengin, yaşlı, genç, kadın erkek fark etmiyor, hepsi de elem ve sevinçte müşterek…”
Doğan Bey, ne ettiyse bir türlü uyuyamadı. Kafasında Canali’nin anlattıkları, kulaklarında buz gibi ayaza rağmen hâlâ sesi gelen güzel kızın yanık nağmeleri... “Bâri gidip şu Timur’un adamlarını yakından bir göreyim. Bakalım neler yapıyorlar? Rahatlar mı?” dedi. Yarı loş aydınlık odanın kapısını fazla gürültü çıkarmadan açtı. Karanlık avluda bir şeylere çarpmamak için gölge gibi süzülerek dikkatlice yürüdü. Mezar kadar sessiz, kale kadar büyük hanın granit sütunlarını birbirine bağlayan kemerlerinden başını sakınarak geçti. Aşağı ahırlara inen, yukarı katlara ve ambarlara çıkan dönerli merdivenlere bakarak geliş yerini tespite çalıştı. Yeni taşındığı bu handa her tarafı fazla tanımasa da bir iki yeri çok iyi biliyordu. Eliyle koymuş gibi bulacağından emindi. Timur Han’ın askerlerinin kaldığı bölmeye sessizce yaklaştı. Beyaz badanalı pencerenin daha önceden ayarlanmış özel bölümüne yanaştı. Kör bir kandilin aydınlattığı odaya kendini iyice gizleyerek baktı. İçi yeni yapılmış bir mescit gibiydi; seccadeler serilmiş, açık rahlelerde büyük, küçük ebatlarda çeşitli Mushaf-ı şerifler yan yatırılmıştı. Doğan Bey gözlerini silerek daha dikkatle baktı. İçinden neler geçmiyordu ki?
“Bunlar din düşmanı, sapık putperest, ateşperest kâfirler değil mi? Yoksa yanlış adamlar mı yakalandı? Bu gece, garip hâdiselerle dolu! Tuhaf şeyler yaşadım bir ömre bedel. Rabbim sonunu hayırlı eylesin!” diye dua ederken ocağın başına toplanan askerlerin Timur Han’dan bahsettiklerini duyar gibi oldu. Zihnini toparlayıp daha dikkatlice yanaştı. Nefesini tutarak kulaklarını kabarttı. Gördüklerinden ziyade bu sefer de duyduklarına iyice şaşırmıştı. Neler anlatmıyorlardı ki sevgili hakanları hakkında. Saçı, sakalı kömür gibi siyah ve gür olan yağız delikanlı, sırtını düzleştirerek toparlandı. Kaslı pazıları, iri elleri, ayakları güçlü kuvvetli olduğunu gösteriyordu. Derin, mânâlı bakışlarını, içine düşeni anında yakıp tutuşturacak kızıl alevlere çevirmişti.
“Şu ocakta bir avuç odunla tutuşturduğumuz ateşin içinde olduğumu farz ettim bir an. Dehşete kapıldım. Ya cehennem! Ya bitmez tükenmez ateşi! Allah’ım bizi ondan koru!” Arkadaşlarının hep bir ağızdan, “Âmin, Âmin” demelerine aldırmadan başını iki elinin arasına aldı. Duvarın dibine çöktü. Oradakilerden daha çocuksu olanı:
“Üzülme be Osman Ağam! Behaeddin-i Buhâri hazretleri kim, bir düşünsene? O zamanımızın manevi sultanının talebeleri mahrum kalır mı hiç? Sen âdil, merhametli emirimiz Timur Han’ımızın O muhterem Efendimizle yaşadıklarından bahset!" DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.