"Görüyorsunuz işte, merak edilecek bir şeyim yok!..”

A -
A +
Yiğitler yiğidi Doğan Bey, gözlerini açar açmaz karşısında Serçetutan’ı gördü.
    Evet o; birden ayağa fırlayacak masallardaki kahramanlara benziyordu ve önünde upuzun uzanmış yiğit, kılıcını yere düşürmeyen canlı bir kahramandı. Hiç öyle olmasaydı Çakır Vezir gibi biri onu buralara salar mıydı? Düşüncelerinde insaflı olmaya çalışan Serçetutan, vicdanının ruhunda yankılanan sesini, gururunun karanlığıyla boğmadı şimdilik. “Tam bizim aradığımız adam işte... Çakır Vezir işi biliyor vesselâm…” dedi içinden. Bu kadar güçlü pehlivan, yiğit biri, devletine milletine yapılacak hakareti de çekemez, ölümden korkarak, göreceği aşağılamalara eyvallah diyemezdi kuşkusuz. Kafasında tilkilerin cirit attığı adam, Doğan Bey’in gerinip esnemesiyle kalpağını hafifçe düzelterek iyice yanına sokuldu. Yiğitler yiğidi gözlerini açar açmaz karşısında Serçetutan’ı gördü. Handan tanıdığı insanlar ayakta ona bakıyorlardı. Muhayyilesini zorladı, olup bitenleri hatırlamaya çalıştı. Sabırsızlanan Serçetutan: “Biliyor musun Beyim, sizi çok aradık!” “Biliyorum kabahatliyim.” “Estağfirullah!” “Yok! Yok, suçluyum! Yabancısı olduğum çevrede daha dikkatli olmalıydım…” “!!!” “En azından sizlerden birini yanıma almalıydım…” “Neyse geçti! Beterin beteri olmadı ya ona şükredelim…” “Elhamdülillah…” deyip kalkmaya çalışan Doğan Bey’in koluna giren Serçetutan: “Beyim! Lütfen dostunuzun kızağına şeref veriniz!” “Kusurumuza bakmayın. Hemen mi?” “Hemen Beyim! Çok korktuk! Pek de merak ettik başınıza bir şey geldi diye! Bir an evvel yerimize gidersek iyi olur…” “Gidelim ama görüyorsunuz, merak edilecek bir şeyim de yok…” “Hata bizim, sizi yalnız başınıza bırakmamalıydık…” “Uykum kaçtı. Dışarı çıktım. Çevreyi gezip temâşâ ediyordum. Şiddetli kar ve fırtınadan yolu kaybettim. Olacak bu ya, konak yerine tâ buralara kadar gelmişim...” Serçetutan daha fazla bir şey söylemedi, bir iki adım yatağın gerisine çekildi. Kar hâlâ durmuyor, daha da şiddetleniyordu. Doğan Bey, arka sıralarda soğuktan yanakları al al olmuş, burnu ve kulakları kıpkırmızı kesilmiş Canali’yi fark etti. Elinde olmadan biraz daha doğruldu. Ona bütün kalbiyle gülümsedi. “Canali sen ha!” “Evet, ben Beyim! Çok korktuk biliyor musun?” derken gözlerinden iki damla yaş akıverdi. Utandı. Yüzünü, bakışlarını başka tarafa çevirerek göstermek istemedi yüreğindeki acıları. Zaten şimdiye kadar kimsenin de umurunda olmamıştı. Doğan Bey, onu yeniden hayata bağlamış, bir değer olduğunu hissettirmiş tek insandı. “Bu adam buradakilere hiç benzemiyor. Acaba onu böyle farklı kılan nedir?” diyor, onun başına bir şey gelmesinden pek fena endişe ediyordu. Yakınında olmanın verdiği huzuru tarifte zorlanıyor, bir mânâ da veremiyordu. Kısa bir sessizlikten sonra; “Hâlinizden belli oluyor. O zaman sizi fazla üzmemek için hadi gidelim” dedi Doğan Bey. “!!!” Biraz daha istirahat etmesini ısrarla söyleyen Hoca Efendi’yle ve oradakilerle helâlleşip ayrıldılar. Dağtartan, Seyrekbasan kollarına girdi. Canali de içinden gelen duaları okuyarak bir gölge gibi peşinden ayrılmıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.