Gülşah’ın kanı çekilmiş bembeyaz olmuştu!..

A -
A +
"Timur Han’ı ölü veya diri olarak getirmeye ant içen Doğan Bey, kaybolmuştur!.."
 
Boğazı tıkandı. Sanki elindeki kama gerçekten ateş almış, vücudunu dağlıyor, sönmez bir alev ruhunu tutuşturuyordu defalarca. Korkmuştu bir kere. Zaten uykusu da hepten kaçmış kafası da bozulmuştu. Kalkıp etrafta biraz dolaştı. Arkadaşlarını uyandırıp rahatsız etmek, üzülmelerine sebep olmak da istemiyordu... Belli belirsiz dişlerini sıktı, dudaklarını ısırdı. Kendi kendine:
“Sakin ol! Sakin!” derken cama bir şey çarptı. Fazla düşünmeden kalktı. Çerçevesi ceviz ağacından yapılmış pencereyi açtı. Sağa sola bakınırken bir taşa sarılı minik bir torbacık açılan aralıktan odanın içine fırlatıldı. Daha çok korktu ama meraktan da çatlayacak gibiydi. “Gecenin köründe kim, ne diye buralara kadar gelmişti? Böyle yapmakla ne demek istiyordu? Mânâ vermekte zorlanırken, sıkı sıkıya bir iple bağlı nesneye gözlerini dikti.
İçinde tutuşan merak ateşi öldürücü bir sıtma gibi her yerini kaplamış, sarsıyordu. Kızgın kor içinde yanan elleri, sanki kendi iradesine inat eden başka bir vücudun organıymış gibi torbayı aldı.
Anlı, şanlı bir bey kızı ve yiğitler yiğidi Doğan’ın hanımı Gülşah, merakına isyan eden, düşüncelerine başkaldıran öfkeli pençelerinin cinayetinde titredi nedense. Bu seher vakti kocası seferde bir taze gelinin odasına atılan, ne olduğu belli olmayan şey açılabilir miydi? Ama parmaklarına söz geçiremiyordu. Zincire vurulmuş, hareketsiz yatarken, başkasının işlediği cinayeti karşıdan seyreder gibi, ellerinin hainliğine bakakaldı. Onu dinlemeyen bu parmaklar, ipleri çözdü. Birkaç kere katlanmış kâğıdı da açtı hemence.
Gülşah’ın kanı çekilmiş, bembeyaz olmuştu. Kandilin ışığına iyice yaklaştı. Bütün cesaretini toplayarak zar zor seçebildiği satırları okudu. Doğan Beyi ile paylaştığı odanın ak duvarları, nakışlı tavanı, rengârenk halılarla örtülmüş döşeme çevresinde dönmeye başladı. Kulakları uğulduyor, aklı gidiyordu. Deli oluyordu galiba. Cinayetten sonra kaçan katiller gibi kolları iki yanına düştü. Açık kâğıt dizlerinin üstünde kaldı.
“... İşbu ulvî emre uyarak sefere çıkan, devletimize ve İslâm âlemine musallat olan Timur Han’ı ölü veya diri olarak getirmeye ant içen Doğan Bey, kaybolmuştur. Akıbeti meçhul olsa da görgü şahitleri Timur’a iltica ettiğini, onun saflarında yer aldığını söylüyor. Bundan sonra onu kimse yaşatmaz artık. Hemen vücudundan başını ayırırlar. İbret-i âlem...”
Gözünü cümlelerden ayıramıyordu. Aşağısını okuyamadı daha fazla.
Demek gece gündüz, hiç durmadan at sırtında o kefereden bu düşman üzerine koşan biricik yiğidi Doğan Bey için tuzaklar kurulmuştu haince ve sinsice. “Kim? Ne diye?” Sorusu kafasında yankılandı. Rüyasındaki vücudunu yakan bu kızıl kama, eriyle alâkalıydı ha!..
Şaşkınlığı uzun sürmedi. Çok kere yaşadığı buna benzer hâdiseleri hatırladı. Nedense Erkara aklına geldi. “O mu? Asla böyle bir şey yapmaz! Samimî bir tövbekâr!” Zifirî karanlıkta konağın pek yakınına kadar sokulan bu densizi düşünerek geniş ve parlak alnını tuttu. Arkasına dayandı. Açık pencereden siyah ve dağınık bulutların geçişine daldı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.