“Ölürsek de, kalırsak da beraberiz Gülşah kardeşim!”

A -
A +
Deminden beri yalnız dinlemekle yetinen Meryem ve Sarıkız perperişan olmuştu.
 
Kalbi sanki yerinden sökülecek gibiydi Gülşah'ın:
“Ama niçin? Ama niçin?” diye haykırıyor, tarif edilmez bir acı içinde kıvranıyordu. Hiçbir iyilik beklemiyordu kimseden. Aklına kötü şey de gelmiyordu. Olsa olsa ancak mükâfat ve methiye gelirdi. Böyle acayip şeyleri ne hakla yazarlardı? “Asla!” derken ne Doğan Bey’i, ne de ailesinden hiç kimse bu aşağılık suçlamayı kabul edemezdi.
“Acaba ne günah işlemiştik?” diye düşünüyor, düşünüyor, bir türlü suça, kabahate benzer bir şey yapıldığını hatırlamıyordu.
Deminden beri yalnız dinlemekle yetinen Meryem ve Sarıkız perperişan olmuştu. İçine kurt düşmüş bir kütük gibi üflesen yıkılacak gibiydiler. O kadar sıkıntı, musibet görmüş geçirmiş iki ahretlik, canı gibi sevdikleri insana yapılana dayanamıyor, bir şey de ellerinden gelmiyordu. Neden sonra Meryem yanına sokuldu. Mendiliyle gözlerini sildi. İki elini avuçlarının arasına aldı.
“Ölürsek de, kalırsak da beraberiz!”
“!!!”
“Erlerden nöbetçiler konsaydı keşke!” diyen Meryem’e Sarıkız cevap verdi hemen:
“Belki bu densizler pencereye kadar gelmeye cesaret edemezdi.”
“Babam söyledi. Ben istemedim kimseye yük olmayı.”
“Evrenos Paşa’ya gönderelim bu paçavrayı bari!”
“Doğan’ım bunu yapmazdı.”
“Ne biliyorsun?”
“Paşa’ya ayrılırken söylediği sözlerden anladım?”
“Ne demiş?”
“Timur üzerine sefere çıkmadan önce üç yiğidimiz vedalaşmaya gitmiş devlet ricâline. Onlar da dualarla birlikte nasihatler etmiş, öğütler vermişler hâliyle. Bizimkiler de başları önde dinlemiş, helalleşip ayrılmışlar. Lâkin harp kurdu Gâzî Evrenos Paşamız’ın bir iki cümlesinden çok rahatsız olmuşlar. Yüzüne karşı edebinden bir şey söyleyemeyen Doğan’ım, Çekirge Ali Beyimize; ‘Git, Paşa’ya de ki: Sıkışınca teslim olun!’ gibi lakırdıları söylemesin bize. Bu gibi şeyleri teklif dahi etmesin lütfen! Bir akıncıya bundan büyük hakaret olur mu? Elbette hayır! Olamaz tabii! O nasıl muharebe adamı ise, biz de öyleyiz. Ya ölürüz, ya galip geliriz biiznillahi teâlâ!” demiş.
Gülşah, Doğan Bey olmuştu sanki. Omuzları dikleşti, iri, elâ gözleri daha büyüdü, yuvasından fırlayacak gibi çakmak çakmaktı âdeta. Her bir kelimenin üzerine basarak, mertçe söylüyor, şerefle yâd ediyordu erini, hayat arkadaşını ve canından daha çok sevdiğini.
Heyecanla konuşurken arkadaşlarına sarıldı Gülşah. Kucaklaştılar üç kafadar ahretlik doyasıya.
“Ama görüyorum ki, benim de Doğan’ımın da işi zor!”
“Biraz sakin olmak lâzım Gülşah’ım.”
“Nasıl rahat olayım ki Meryem’im, Sarıkız Bacım?”
“Çocuğunu düşün!”
“O çok daha mühim…”
“Bak geçti işte.”
“Henüz her şey bitmedi!.. O alçak, şerefsiz, karı kılıklı, karanlıkta, kuytu köşelerde gizlenerek bey hanımlarını rahatsız eden alçak durmasın, bütün kuvvetiyle hücum etsin. Derdimi yine de kimseye açmam. Fitne, fesat çıkmasını istemem! Bizim yüzümüzden sevdiklerimizin incinmesine tahammül edemem asla! Lütfen! Bu gece yaşadıklarımız aha şu kalın duvarlar arasında kalsın! Bizim sırrımız olsun! Erlerimiz seferden dönünce konuşur, belki de gülüşürüz kim bilir?” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.