Titrek, yanık bir ihtiyarın bağırtısı vâdiyi doldurdu

A -
A +
Tebriz’in sarp ufuklarına bakan koca Kızılhan’ın çevresi, kardan pamuk ormanı gibiydi.
 
 
Arkadaşları rahatlatmaya çalışıyorlardı Gülşah'ı:
“Allahü teâlâ kerîmdir. Her yaptığı hikmetlidir.”
“Âmennâ ve saddaknâ! Duyulup dedikodu malzemesi olmaktansa, ben, mutlaka yıkılacak kalenin taşları altında kalmayı tercih ederim. Siz can yoldaşlarımdan da beni anlamanızı...”
Bu mert ifadeler karşısında kim ne diyebilirdi ki? Doğan Beyin hanımı da en az onun kadar vakarlı, edepli, korkusuz, iffetliydi her hâliyle.
                  ***
           MAHPERİ
Tebriz’in sarp ufuklarına bakan koca Kızılhan’ın çevresi, kardan pamuk ormanı gibiydi. Buz tutmuş ince uzun dallı söğütler camdan heykele benziyordu. Hayvanların gide gele yol ettikleri dere boyunca sıralanan ağaçlar ve onların mavi tülden gölgeleri, yer yer uçurumların karartıları da olmasa her taraf bir kefen gibi bembeyaz olacaktı. Dereleri, çukurları tipi doldurduğundan arazi daha düzmüş gibi görünüyor, bu yalancı ova, göz alabildiğince uzayıp gidiyordu. İnsanın nefesini donduracakmış gibi vınlayarak esen soğuk rüzgâr, ara sıra “gak, gak…” diye öten karakargalardan başka sabahın ilk ışıklarıyla paha biçilmez mücevherler gibi parıl parıl parıldayan karların kapladığı üzeri buz tutmuş dereye inen yolakta düşe kalka, bata çıka biri gidip geliyordu durmadan. Aklî dengesini kaybetmiş gibi hareket eden bu beyazlara bürünmüş insanın yalnız kendi bildiği, erişilmesi imkânsız hedefleri; dağlar kadar büyük, gök kubbe kadar yüksek, karlar kadar ak pak sevdası; dizginlenemez saf bir aşkı vardı.
Titrek, yanık bir ihtiyarın;
“Mahperi! Mahperiiii! Mahperiiiii!” diye bağırtısı, uzak kayalıklara, yakındaki hanın yontma taşlarına çarparak yankılandı ve bütün vâdiyi doldurdu.
Sahibinin sesini hemen tanıyan Mahperi, hafifçe gülümsedi. Cevap vermeden kestirmeden dolaşarak evine girmeyi başardı. Henüz bey gelmemişti. Üstündeki karları silkeledi. Aceleyle sönmek üzere olan ocağa birkaç meşe dalı atıverdi. Eteğini yelpaze gibi kullanarak ateşi tutuşturdu. Dibi köşeyi düzeltti. Suları eksilen kazanları yeniden doldurdu. Biraz sonra çıkagelen evin ‘anne dediği’ hanımı;
“Aa, güzel kızım! Seni merak ettik!”
“Aman anaa! Merak edilecek ne var?”
“Ne bileyim her taraf it dolu. Kapacaklarından korkuyoruz evlâdım!”
“Beni ısıracak köpek henüz doğmadı ana!”
“Ben neyse de, beybaban çok rahatsız oluyor…”
“O da pek evhamlı...”
“Hâlâ dışarıda… Kim bilir, nerelere gitti?”
“Bir bakayım…” diyerek evden çıkmak için ıslanmış elbiselerini, yün çoraplarını değiştirmeye başladı.
O nereden, nasıl getirildiğini biliyor, istikbâlde bekleyen tehlikeleri az çok tahmin ediyordu. Yalnız ve en önemlisi; sesli düşünemediği kavuşulması pek imkânsız, bir o kadar da temiz, katıksız aşkı ne olacaktı?
“Bir mübarek sır gibi sevdam var!” diye söylenerek hareket etti.
Aynı ses hâlâ:
“Mahperi! Mahperiiiii!” diye bağırıyordu dere kenarında, kuytu köşelerde. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.