“Beni kim, ne diye kaçırdı?” diyordu!..

A -
A +
Genç esir Türk kızı Mahperi, boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyordu!..
 
İlk getirilişinden beri anlamadığı bir şey daha vardı genç kızın. Bir araya geldiklerinde; “Hiç insanlığa yakışır mı bu yaptıklarınız? Daha ağzı süt kokan ana kuzusu çocukları bağırta bağırta yuvalarından koparıp kaçırmak, satmak olacak şey midir?” diye sorar, cevabını alamazdı bir türlü. Suçu birbirlerine atmada mahirdiler. Hurufîler; “Temur’un adamları kaçırdı. Bizim ne gücümüz var ki?” diyorlardı. Timur Han’ın taraftarlarına aynı soruyu sorduğundaysa; “Bu yapılanlar ancak Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayanların işidir” der, üzerlerine toz kondurmazlardı hiçbir zaman.
“Peki, beni kim, ne diye kaçırdı?”
“!!!”
Cevaplar, büyüdükçe daha netleşiyordu. Bu sefer de susmanın daha hayrına olacağını anlamıştı. Bu görüş ve düşünüşü çevresine güven, kendine de huzur getirmişti şüphesiz.
Başka köleler, beslemeler gibi işkence üzerine işkence çekmiyordu elhamdülillah. Onun derdi hasretlik ve akıbeti belli olmayan istikbâliydi. “Ya bu iyi insanlar da ölürse ben ne yaparım?” diyor, ona üzülüyordu her defasında. Dinî vecibelerini yerine getirecek kadar ilmihâlini öğrenmişti. Abdest alıyor, namaz kılıyor, dua edebiliyordu. İmkânsız gibi görünse de bütün derdi, maksadı, hedefi, doğduğu yere ve yakınlarına kavuşmaktı.
Gündüz hayallerinde, geceleri düşlerinde bir an bile umudunu kesmedi. “Acaba ebeveynlerim yaşıyor muydu? Simalarını unuttuğum, kardeşlerim, halam, teyzelerim, amcalarım, dayım acaba sağ mıydılar hâlâ? Onlar da beni unuttular mı yoksa?”
Birçok şeyi unutsa da yalnız anası, babası, köyü, beş taş oynadığı şirin evleri hiç aklından çıkmamış, hayalinden hiç silinmemişti. “Âh! Âh! Bir kuş olsam uçsam evimizin penceresine konsam... Canım anacığımın sımsıcak kucağına atılsam, daha ne isterim?”
Altmış küsur yaşını geride bırakan efendisi, onu üzmemek için elinden geleni yapıyor, bir dediğini iki etmiyordu. Sözde hür de bırakmıştı. Bu serbestlik, Allah korusun sokağa, perişanlığa atılmaktan gayri neye yarardı ki? Zaten o da öyle kolay olmadığını ima etmiş:
“Evin bura, anan Periza Hanım, baban da Rüstem Bey’dir. Bunu böyle bilesin evlâdım. Eğer mümkün olup götürebilseydim mutlaka seni öz anana, babana, yuvana kavuşturmaya çalışırdım. Amma velâkin yaşım da şartlar da buna müsait değil. Ne yapalım ki kaderin böyleymiş yavrum. Bizden sana zarar gelmez faydadan maada. Helâl süt emmiş birini bulur evlendirirsek bundan daha güzel bir şey yapamayız…” diyor, durumun vahametini önüne koyuyorlardı bütün çıplaklığıyla. Adamlar daha ne yapsalardı?
Genç esir Türk kızı Mahperi, boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor bir türlü aldıramıyordu;
“Kalbim başka yerlerde olsa da yaşlı sahiplerimle bu güzel bahçenin içindeki şirin yuvamızda oldukça rahat bir hayat sürüyorum. Artık aileden biri oldum. Onlar bensiz, ben de onlarsız yapamam. Ara sıra peşime takılanları da saymazsak şimdilik kimse bir şey demiyor. Belki de ihtiyarlıklarına acıyanlar fazla ileri gitmiyorlar. On yıl daha geçse, artık hiç güçleri kalmasa veya emr-i Hak vaki olsa, o zaman ben ne yaparım? Nereye gidebilirim ki?” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.