Eski güç ve kuvvetine çoktan kavuşmuştu...

A -
A +
Artık günler gittikçe uzuyor, geceler de kısalıyordu. Cemreler düşeli epey olmuştu.
 
Misafirler, Rüstem Bey’i takip ederek içeri girdiler.
Son bir gayretle ayağa kalktı Mahperi. Kemikleri çatırdadı sanki. Meyve ağaçlarının cılız gölgelerinden kimseciklere görünmeden eve doğru koştu, koştu...
              ***
Rüstem Beyleri ziyaret ettikten sonra Doğan Bey, odasındaki değişiklikleri, tertip, düzen ve temizlikleri kimin niçin yaptığını az çok çözmüştü. Fevkalâde meraklanıp günlerce düşünse de tahmininde yanılmıyordu. İçinde bir sır olarak kalan bu durumu yalnız Canali’yle paylaşmakta, fazla da ileri gitmemekteydi. Her gün değişik iz peşinde koşuyor, topladığı bilgileri sakin kafayla değerlendirip asıl büyük hedefine hazırlanıyordu durmadan.
Kış eski fırtınalı, tipi boranlı havaları çoktan geride bırakmıştı. Artık günler gittikçe uzuyor, geceler de kısalıyordu. Cemreler düşeli epey olmuştu. Hele bir de gündönümü başlasaydı gerisi kolaydı.. O zaman baharın ve yazın peş peşe gelmesini kimse durduramayacaktı elbette. Havaların ısınması demek aynı zamanda büyük hâdiselerin de sonuçlanması mânâsına geliyordu. Seferlere o zaman çıkılıyor; sebzeler yavaş yavaş tavalara alınıyor; şaşırtılan ve tavaya alınan fidelere can suyu veriliyor; çapalama; zararlılarla mücadele tüm hızıyla devam ediyor; memleket bir baştan öbür başa mamur ediliyordu cansiparane.
Donma tehlikesi geçirdiği günleri unutmuştu bile. Eski sağlığına güç ve kuvvetine çoktan kavuşmuş olan Doğan Bey, bugün odasına yorgun argın geldi. Yine her taraf pırıl pırıldı. Tertemiz toparlandığını, silinip süpürüldüğünü ve yatağının üzerine de göreceği şekilde bir kâğıdın konduğunu fark etti. “Allah! Allah! Bir nâme… Ne olabilir ki?” diyerek uzanıp aldı. Bunun Mahperi’nin işi olduğunu tahmin etti. “Çocuk aklı işte!” diyerek gülümsedi.
Bu geçici bir hevesti ona göre. Her genç kızın başına gelebilecek türden platonik bir aşktı mutlaka!.. Nereden bilecekti? Bir tarafta koskoca cihan devletinin en gözde akıncısı, üstelik dünyanın en güzel kızıyla evli, bir çocuk bekleyen yiğit, diğer tarafta ergenliğe yeni girmiş bir köle... Ama gönül ferman dinlemiyordu ki…
Garip kız, aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hâle gelince, ne yapacağını bilemeden epey bocaladı. Sonunda ne edip edip Doğan Bey’e açılmaya karar verdi. Yalnız aradaki uçurumu düşününce koca yiğidin karşısına çıkma cesaretini bulamadı. “Bir Osmanlı kızına da yakışmaz zaten…” deyip, bir yazıyla ilân-ı aşk etmeyi kararlaştırdı kendi kendine. İçinden geçenleri itinayla yazarak temizlediği ve güzel kokularla bir bahar havası verdiği yatağın görünebilecek bir yerine bırakmıştı. Kâğıtta sadece iki kelime vardı: “Çok dertliyim!”
İki kelimeyi kaç defa tekrarladığını sayamadı bile Doğan Bey… “Çok dertliyim! Dertliyim çok! Dertliyim! Çok! Çok!” Bir kızcağız aşkı için ne kadar tehlikelere atılıyor, ne sıkıntılara girebiliyor da bunca insan ebedî hayatı için ne gibi fedakârlıklar yapabiliyor peki?
“Ey azgın, kâfir nefsim! Senin ne aşağılık olduğunu bir ben bilirim! Fazla üstüme gelme! Yoksa öyle ceza veririm ki altından kalkamazsın sonra!” diye düşünürken muhterem hocası Emir Sultan Hazretleri’nin; “Nefsini tanıyan Rabbini tanır…”  nasihatleri yankılandı kulaklarında. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.