Muhbir, Bursa’da gördüklerini, duyduklarını tek tek söylüyordu

A -
A +
“Yıldırım Han, Kostantiniyye’yi almak için hazırlık üzerine hazırlık yapıyormuş..."
 
 
Karargâha henüz yeni gelen bu akıncı, oldukça tecrübeli, bakımlı, güçlü, kuvvetli bir askerdi. İşte kaç hafta oluyor; beylerin, “Osmanlıya beraber vurmak” teklifini ihtiva eden mektubunu Timur Han’a götürmüştü. Lâkin Sultan bu işe ne sevinmiş, ne de bir tepki göstermişti. “Şimdilik çok meşgulüm. Zaman bulup cevap veremem…” demiş, selâmını göndermişti.
“Yıldırım Han, Kostantiniyye’yi almak için hazırlık üzerine hazırlık yapıyormuş. Şehrin etrafını muhtelif cephelerden hisarlarla donatmış...” Muhbir, Bursa’da gördüklerini, duyduklarını tek tek söylüyordu Timur Han’ın en yakın adamına;
“Bu Osmanlı memleketi oldukça mamur, askerleri eğitimli ve ihlaslı, halkı da çalışkan ve becerikli efendim…”
Can kulağıyla dinlediklerine “evet” mânâsında başını sallayan Mahmut Han muhbire sordu:
“Bizim askerlerden daha bakımlı mı?”
“Daha bakımlı efendim.”
“Bizim asker…” dediği, henüz orduya katılan Osmanlı beyleri ve maiyetinde gelenlerdi. Çadırın tepesinde çırpınan gök mavisi bayrağa baktı. “Timur Han’ın fillerini ve muhteşem ordusunu görseydi bu adam dilini yutardı.” Fakat o, buradaki kaçkınların gönlünü kısa zaman içinde zapt edebilmekten başka bir şey düşünmüyordu.
“Daha birkaç hafta önce Osmanlı akıncılarının hücumlarına karşı duran Timur Han’ın Erzincan emiri korkmamış, bir aşılmaz dağ gibi geçit vermemişti. Kaleyi ve kuleyi nasıl teslim etmemişler? Yıldırım Han’ın akıncıları, kahramanlığını, cesaretini alkışlayıp iyi davranışına teşekkürler ederek nasıl çekilmişlerdi?”
“Öyledir Mahmut Han’ım.”
“Ben, bir kalenin içinde çok duramam. Hiç sabrım yoktur. Erzincan emirimiz dirayetli olduğu kadar da çok sabırlıymış maşallah!”
“Sizin ününüzü duymayan yok Han’ım.”
Muhbir akıncı başını kaldırdı:
“O da sabırsız... Ama ne yapsın? Osmanlı güçlü. Kale pek yalçın ve sarp... Erzincan Dağları içinde baş kale bu imiş diyorlar.”
“Şehzade Ertuğrul, muhafızlara önce teslim olmalarını teklif etmedi mi?”
“Etti.”
“Kabul etmediler mi?”
“Hayır, etmediler.”
“Pek yamanmış bizimki!”
“Mutaharten isminde bir kahraman...”
“Ben onların yiğitliğini bilirim.”
“Ayrıca cömert de!.. Bildiklerinizden değil. Çok mert bir adam...”
Konuşulanlara şaşırsa da bizzat, aracısız hakikatlere şahit oluyordu Doğan Bey. İlk geldiği günlerde kaçırdığı dokuz askerle samimiyet kurmasının bereketiydi bu duydukları. İsteseydi Timur Han’ın da otağına kadar gidebilecekti. Şimdilik bu kadar yeterliydi. Osmanlıdan kaçanlardan hiçbirini de tanımıyordu. Onlar da onu. İçlerinde uzun zaman oturmasına rağmen tepki görmemişti. Şüphelenmemişlerdi bile.
Bu gece gördükleri de öncekilerden farklı değildi. Tıpkı kendileri gibi namazında niyazında, hükümdarlarına sadık, ihlaslı insanlardı hepsi de. Peki, Bursa’da anlatılanlar. Serçetutan, Seyrekbasan, Dağtartan’ın konuşmaları. Ya esir edilerek köle gibi satılan çocuklar! Bunlara ne demeliydi? Kanaati gittikçe belli olmasına rağmen yine de Timur Han’ı pek yakından tanımak ve sonra hükmünü vermek istiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.