“Başarılı iş yapabilmek neye bağlıdır efendim?”

A -
A +
Çağatay Emîri​ Mahmut Han’ın huzurundaki muteber zevat, birden ayağa kalktı.
 
Mahmut Han, Timur’dan sonra ikinci adam sayılırdı. “Şimdi farklı bir mevzuda mütalaa ediyorlar” diyen Doğan Bey, daha önce gittiği yerlerde de hiçbir yanlış görmemişti. Her meclis ayrı bir âlemdi. Neler konuşmuyorlardı ki bu uzun kış gecelerinde?
Mahmut Han’ın huzurundaki muteber zevat, birden gök ekin tarlası gibi dalgalanarak ayağa kalktı. Doğan Bey de kalkmıştı. Ana kapıdan koca kavuklu, yeşil cübbeli ve heybetli bir zatın içeri girdiğini gördü. Mahmut Han hürmetle karşılayıp ta başköşeye kadar gelmesine yardımcı oldu ve yerini ona vererek bir alt mindere geçti. Selâm alınıp verilip, hâl hatır sorulduktan sonra sohbete geçildi vakit kaybedilmeden. Tıpkı Emir Sultan Hazretleri konuşuyor gibiydi. Aynı aşk, tam ihlâs, tebessüm eden dudaklardan billur kalplere akan nurdan ifadeler...
Çağatay Emîri Mahmut Han’ın, Horasan velilerinden Ebû Bekr-i Ebherî Hazretleri’ni ”rahmetullahi aleyh” çok sevdiği belliydi. O da yapılan iltifatlardan anlaşıldığına göre onu. Herkes başı önde edeple dinlerken Han, yüksek müsaadeleriyle bazı suallerinin olduğunu arz etti;
“Sorun…” buyurdu. O da fırsat bulmuşken birbiri ardınca sıralayıverdi aklına gelenleri.
“Muvaffak olmak, başarılı iş yapabilmek neye bağlıdır efendim?”
Mübarek, gülümseyerek oradakilerin yüzüne tek tek nazar etti. Doğan Bey’le göz göze geldiklerinde derin bir nefes aldı. Sanki ona hitap eder gibi bir hâli vardı.
“Başarının, muvaffak olmanın sırrı üç şeyde gizlidir Hakanım. Birincisi, günahlardan sakınmakta, ikincisi sıkıntılara sabretmekte, üçüncüsü güler yüz, tatlı dil ve güzel siyaset ile herkesi memnun etmektedir.”
“Güzel, siyaset nasıl olur efendim?”
“Güzel siyaset, ilm-i siyaset demektir. Geçim ehli olmaktır. Asıl meselemiz, en başta gelen vazifemiz ve hakiki pehlivanlık da işte buradadır. Herkesle iyi geçinmek çok mühimdir zaten.”
Doğan Bey, bu türden konuşmalara artık alışmıştı. Yıldırım Han’ın etrafında kurulan fitne tuzaklarını hatırladıkça kalbi yerinden sökülecek gibi oldu. Gözünün önüne Çakır Vezir, Seyrekbasan, Serçetutan, Dağtartan ve diğer sığınmacılardan tanıdıkları geldi. Hepsi de süklüm püklüm hem de iki büklüm vaziyetinde olanlardı yerine, adamına göre. Ölüm veya istikbâl korkusuyla benizleri sararmış; yalnız hile, fitne ve fesat düşünüyorlar; ifritlerin bile aldanacağı yalanlar, iftiralar uydurarak birini diğerine düşman ediyorlardı göz göre göre.
Fakat Mahmut Han hiç onlara benzemiyordu. Hâlden anlayan ârif, bilge biri olduğu gibi âlimlere de çok kıymet veriyordu bihakkın. Dünyanın ne acayip şey olduğunu çok iyi sezmiş, anlamıştı da. İkbali için hakikatleri, beğensinler diye gerçekleri göz ardı etmeyen, parada, malda, mülkte gözü olmayan, gurur, kibir, riya hastalıklarına tutulmamış, içi dışı bir, tertemiz devlet adamıydı. Timur Han böyle yardımcılar seçip bulup çıkardığına göre, ya kendisi nasıl biriydi? Merak ettiği ve peşinde olduğu adam aklına gelince Bursa’dan çıktığındaki ruh hâli yeniden depreşti sanki “Bir hatasını görürsem hiç affetmem, gözümü kırpmadan vazifemi yerine getiririm!” diyordu gecenin ilerleyen vaktinde. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.