"Mahperi’yi almama hiçbir kuvvet mâni olamayacak!”

A -
A +
“Kara sevda insanı ne hâle getiriyormuş meğer... Derlerdi de inanmazdım. Başıma çıktı..."
 
 
A dağlar ulu dağlar,
Çiçeği sarı dağlar.
Eteğin sıra bağlar.
O yâr benden yüz çevirmiş,
Ateşi yüreğim dağlar
 
İki gözüm iki çeşme,
Gece gündüz durmaz ağlar.
 
Eğer onu almaz isem,
Bütün dünya kara bağlar.
Anam ağlar, babam ağlar,
Feryatları yürek dağlar.
 
İki gözüm iki çeşme,
Gece gündüz durmaz ağlar.
 
“Kara sevda insanı ne hâle getiriyormuş meğer... Derlerdi de inanmazdım. Başıma çıktı. Şiirden miirden anlamam arkadaş Mahperi’yi isterem ve de alacağım. Buna hiçbir kuvvet de mâni olamayacak!” diyerek kendini Mecnun’dan daha beter hisseden Serçetutan, iyice tuhaflaşmıştı. Ne söylediğini kendi de bilmiyordu. Şiir diye yazdıkları iç âleminin dışa vurmuş şekliydi. O kadar kararlıydı ki… Zorla elde edemezse, bu sefer hile ile elde etmeyi deneyecekti. Bütün işleri, düşleri bile etkilenmişti. Daha yeni gördüğü rüyası, hakikat gibiydi sanki:
“Mahperi, birçok arsızın, ipsizin amansız tasallutu altındaydı. Sayamayacağı kadar bıçkın delikanlı, kızın peşindeler, büyük bir hanın odasına sıkıştırmış, çevresinde dönüp duruyor, yiyeceklermiş gibi çılgınlıklar yapıyorlardı. Pek çaresizlik içindeyken gaipten bir el uzanıp kızı tuttuğu gibi oradakilerin şaşkın bakışları arasında göklere kaldırıyor, kendi de bir şey yapamıyordu…” Kan, ter içinde uyanmış, ağzına geleni söylemişti:
“Hep bana dikleşti! Aşılmaz dağ gibi durdu önümde! Ya şimdi? Niçin öyle uslu? Neden birden fırlayıp bu edepsizlere birkaç tokat atmaz, sıkıştığı küf kokulu odadan kurtulmaz! Ya o el kimindi? Doğan olmasın? Yok, yok o olamaz, kellesini koparırım! Timur’un eline de benziyordu. Yoksa, o topal mıydı ne?..”
Kendini herkesten güçlü görüyordu. Adı gibi uçan kuşu avlayacak kabiliyetteymiş. Başı, kolları, bacakları, bedeni ve hatta elleri çevik bir kaplanınki gibiymiş. Bütün akranlarını ok atmada, kılıç sallamada, güreşte yenermiş. Cins atı dünyada bir taneymiş. Her cuma meydanlarda koşturur cirit oynar, yarışır, her defasında da herkesi geçermiş. Onu hiç kimse tutamazmış. “Peki, eksiğim neydi de bu köle bana ‘hayır’ dedi?” sorusu kafasını karıştırmaya, hıncını, kinini artırmaya hâlâ devam ediyordu.
Yine aynı duygularla dolu meydana çıktı. Onu gören Dağtartan, Seyrekbasan, hancı ve bekçilerden birkaç kişi daha atlarına atlayıp geldi. Serçetutan, her ne kadar da cirit oynamak, niyetiyle gelmiş gibi görünse de onun maksadı başkaydı. Bir gözü dışarılardan gelebilecek bir işarette, diğer gözü de kara sevdalısı Mahperi’nin penceresindeydi.
Her şeyden habersiz Doğan Bey, odasında elinden hiç düşürmediği Mushaf-ı şerîf okuyordu. Canali koşarak içeri girdi.
“Beyim, hadi sen de katıl!”
“Hayırdır Canali’m neye katılacakmışım?”
“Ne olursun hadi acele et! Senin arkadaşların atlarıyla meydana çıkmışlar. Başkaları da gelmiş.”
“Gelsinler…”
“Ne olursun bugün çık! Biliyorum sevmezsin böyle şeyleri ama… Bence mühim. Cirit oynayacaklar!”
“!!!”
“Meydanı onlara bırakma!”
“Sen git! Duruma bakayım, gerekirse de gelirim!”
“Mutlaka bekliyorum!” diyerek hızla dışarı çıkan Canali’nin ardı sıra; “Deli çocuk! Deli çocuk! Ne olacak?” diye söylenerek gülümsedi Doğan Bey...  DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.