Timur Han, sıtma tutmuş gibi sarsıldı

A -
A +
"Yıldırım Han karındaşım neler yazmış? Hakkımızda ne küfürler edermiş de haberimiz yokmuş!"
    Lâkin Timur Han, hatır gönül için ‘peki’ denmesinden hoşlanmıyordu. Gerçek niyetini de merak ediyor, mutlaka doğru anlamak istiyordu: “Adın ne evlâdım?” “Canali.” “Hım, güzel isim. Peki, ne mânâya geliyor biliyor musun Canali?” “Büyük Can, koca hayat, ulu kişi, yüce insan…” “Hepsinden de mühimi Hazret-i Ali Efendimizin ismi olması değil mi?” “Evet efendim.” “Kimlerdensin Canali?” “Kimsem yok Sultanım.” “Nasıl yani hiç akraba-i taallukatın da mı yok?” “Yalnız biriyim efendim.” Timur Han, bu delikanlının ne demek istediğini tam anlamamıştı. Rüstem Bey’e döndü. “Önüne düşüp getirdiğin bu genç, kimin nesidir? Ne demek istiyor bu cevaplarıyla?” der gibi mânâlı mânâlı baktı. Rüstem Efendi, durumu anlamış olacak ki hemen toparlanıp cevap verdi: “Hakanım, Canali bir esir! Türk kölelerinden... Çok küçük yaşta kaçırılmış. Bizim yakınımızdaki Kızılhan’da kalıyor. Güzel okumasını geç öğrendim. Zaten hemen arz edip huzurunuza getirmekle şereflendim Efendim.” “!!!” Büyük Hakan düşündü. Sağ eliyle göğsü üzerinde büyük bir edeple kitap tutan, torununa benzeyen bu gence şimdi pek elemli bakıyordu. Bu hâfız erken yaşta büyük üzüntüler, acılar görmüş geçirmiş, felâketler yaşamış bir zavallıydı demek. Hiç gülmüyor, hep mahzun duruyordu. Âh, işte hep bu kötü insanlar onları mahvedip solduruyordu. Bu tazeleri bahara, ebedî saadete yabancı bırakıyordu. Birdenbire kalbinde dayanılmaz bir acı duydu. Karşısındaki bıyıkları yeni terlemiş gence, bu garip hâfıza acıyordu. Pek mahzun oldu. Sıtma tutmuş gibi sarsıldı. Titreyen ellerini tahtın kadife yastıklarına dayadı. Hiddetlenmişti de. Herkesi görebilecek şekilde biraz yükseldi. “Masumları sevinçten, saadetten mahrum bırakanlar, dünyada da ahirette de rahat yüzü görmeyecekler. Huzura hasret, hâk ile yeksan olup gideceklerdir bi-iznillah. Bu kendini ve haddini bilmezlere bir şey demiyoruz. Yeri ve zamanı gelince derslerini vermeyi biliriz. Bizim gazabımız, hemfikir olduğumuz emirlerin, sultanların aldatılmasınadır. Hele bakın Yıldırım Han karındaşım neler yazmış? Hakkımızda ne küfürler edermiş de haberimiz yokmuş. Tekfur olduğumuzdan başlayıp şeytanlığımızdan dem vurmuş defalarca. Şimdi ne yapmamı ne etmemi murat edersiniz beyler, efendiler?” “!!!” “Timuroğulları mı din-i İslâm’a muhalif davranıyor? Yoksa böyle nâmeler gönderenler mi? Hayır! Hayır! Türk insanı asla sevinçten, saadetten mahrum kalamaz. Onlar hepten kötü değildirler. Huzur ve mutluluktan mahrum olanlar, bizleri birbirimize düşüren münafıklardır elbette. Bunu böyle bilir, böyle de inanırız. Siz de meraktasınız ve oldukça da yorgunsunuz biliyorum. Lâkin başka da yol bulamıyoruz. Hakikatleri olduğu gibi anlatmasam mesul olurum. Onlar asil ataları gibi davranmadı, bizler de büyüklerimize benzemedik maalesef. Âh! Âh! Bu fitne ateşi tutuşturulmadan önce ne kadar mesuttuk. Nevbahar, şu arkamdaki sınırsız güzellikler bizi sevinçten mest ederdi. Şimdi bu tabii şirinlikleri görecek derman nerede?.." DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.