"Hırçın ve tahammül edilmez bir mahluk olup çıkıyoruz!"

A -
A +
"Etrafımızı göremez olduk, sağlıklı düşünemez olduk. Hükümdar olsak da kuluz neticede!"
 
Timur Han, hem mahzun hem de hiddetliydi:
"Etrafımızı göremez olduk, sağlıklı düşünemez olduk. Hükümdar olsak da kuluz neticede. Bu zehir zemberek ifadeler, hakaretler dolu üst üste gelen nâmeler üzerine dik duran boynumuz düşüyor, ruhumuz kararıyor, hayallerimiz soluyor; fevkalâde hırçın, berbat ve tahammül edilmez bir mahluk oluyoruz. Hele muhterem hocalarımın sabır dileyen tavsiyeleri, merhamet ederek yapmış oldukları içli duaları olmasaydı hepten perişandık… Aman yâ Rabbi! Aman yâ Rabbi!..”
             ***
Doğan Bey, geldiğinden beri şahit olduklarına diyecek bir şey bulamıyordu. Eğer küçük bir yanlışını görmüş veya sezmiş olsaydı ortalığı çoktan ateşe verecek, otağı başlarına yıkacaktı. Her şey gözünün önünde cereyan ediyordu. Kış başından bu yana, üç dört aydır girip çıkmadığı yer kalmamıştı. Hepsinde de ne Timur Han’ın, ne de maiyetinin yanlış, sinsi bir hareketine şahit olmamış ve dedikleri gibi zalim bir insana ait işaret görmemişti. Biraz önce dinlediklerinden dolayı hoş oldu. “İfadeleri büyüklerimizin aynı, ne bir fazla ne de bir eksik var” dedi kendi kendine. Süleyman Çelebi Amcacığının ve Beyazıt Paşa’nın böyle hiddetli serzenişlerini çok dinlemişti. Hatta bazen onları sual yağmuruna tutup münakaşa ettiği de olmuştu.
“Hiç siz Allahtan korkmaz mıydınız?” diye sordu içinden Doğan Bey. Kibar, büyük efendiler kızsalar da edebi aşmaz, siyasî davranırlardı. Kucağında doğup büyüdüğü Yıldırım Han’ı çok iyi tanırdı. En öfkeli zamanlarında bile ondan böyle kaba laflar hiç işitmemişti. Hele bir Müslüman’a münafık, şeytan demenin ne mânâya geldiğini çok iyi bilirdi. O dese dahi Emir Sultan Hazretleri müsaade etmezdi en azından. Çünkü başka memleket hükümdarlarına söylenecek kelimeler, ifadeler iğnenin deliğinden geçer gibi, kılı kırk yararcasına seçilerek yazılırdı. Bunda bir iş vardı ama neydi? İşte onu tam bilemiyordu. Canali’nin, tanımadığı birilerinin Serçetutan, Seyrekbasan ve Dağtartan tarafından dövülüp sürüklenerek götürülmesinden, ‘pis Osmanlı’ demelerinden bahsettiğini hatırladı. Sisler dağıldıkça iş daha bir netleşiyordu ama neye yarardı ki Bağdat harap olduktan sonra.
          ***
Serin ve karanlık bir bahar gecesinin yıldızlı seması altında Kızılhan, sanki gündüzki koşuşturmalardan, gürültülerden yorulmuş gibi baygın ve sakin uyumaktaydı. Cırcır böceklerinin ahenkli seslerine ara sıra iştirak eden baykuş iniltileri de olmasaydı, etrafta canlı namına hiçbir şey yok sanılacaktı.
Doğan Bey’inki dâhil bütün han odalarının ocakları çoktan sönmüştü. Taşlı yolun kenarlarına yakmak için yığılmış odun kütüklerinin yakınından dereye inen dar yolağın başında hareketsiz biri, dimdik duruyordu. Bu silüetin sahibi esir Osmanlı genci Canali’ydi. Küçücük ve yalnız dünyasında dert ve sıkıntılardan paramparça olmuş yürekceğizine memleket, eş, dost, akraba hasretliğine ilâveten şimdi de Rüstem Bey’in evinde başlayan ve Timur Han’ın da tavsiye etmesiyle iyice tutuşan dayanılmaz aşkı, Mahperi özlemi eklenmişti. Bu yüzden olsa gerek, kaç gecedir gözünü yummamış, başını yastığa koymamıştı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.