“Haydi, aslanım çabuk ol! Yolun açık olsun!..”

A -
A +
Zifirî karanlığı yara yara Süleyman Çelebi önde, Çekirge Ali arkada, konağa geldiler.
 
On adım ötede koyu bir karaltı belirdi...
“Yabancı değil...”
“Sen misin, Süleyman Çelebi’m!”
“Benim Ali Beyim!”
“Sadrazam Paşa Efendimiz sizi istiyor. Asker ve bütün ahali her yerde arama yapıyor. Biz on süvari, çevreye dağılmıştık sizin için!”
“Pekâlâ, gidelim.”
Zifirî karanlığı yara yara Süleyman Çelebi önde, Çekirge Ali arkada, konağa geldiler. Meşaleleri, nöbetçileri geçtiler. Zaten hizmetkârlar ve beylerin çoğu bekleşiyordu. Süleyman Çelebi’yi, sadrazamın yanına götürdüler. Paşa büyük şiltesine yaslanmış, uzun ve değerli taşlarla süslü tespihini çekiyordu sinirinden. Karşısında Silahtar Abdullah Ağa ile Nişancı Üryan Bey hazrolda duruyordu.
“Süleyman Çelebi’m beri gel otur. Çok yoruldun. Bizi de üzdün. Bu kadar yiğit delikanlı ne güne duruyor. Bırak onlar koştursun.”
“!!!”
“Çekirge Ali Bey oğlum sana mühim bir iş çıktı. Çok iyi at bindiğin malûmumuz. Bu Padişahımızın emri. Koş, istediğin arkadaşlarını da yanına al, tez bize müjdeli bir haber getir.”
“Başım üstüne efendim…”
Karşısında çınar gibi dimdik hazrolda duran Ali Beye, öpüp başına koyduğu kırmızı kadife kaplı bir fermanı uzattı. O da elleri önde ilerledi. İtinayla aldı. Muhabbetle aynı hareketleri yapıp dışarı çıkarken Sadrazam:
“Haydi, aslanım çabuk ol. Yolun uğurlu ve açık olsun!”
Duayı ve fermanı alan Çekirge Ali, vakit kaybetmeden arkadaşlarını alıp çok sevdiği bakımlı, kır atına atladı. Gece hâlâ koyu karanlıktı. Ağır, keskin mahmuzlarını hayvana vurdu. Merakla bekleyen kalabalığın uğultusu arasından hızla çıkıp karanlığın içinde dörtnala uzaklaştılar...
Sarıkız ve Meryem, Ulucami-i şerifin tabutluğunda elleri, ayakları ve ağızları bağlanmış vaziyette bulundu. Kimin, niçin bunu yaptığını anlayamamışlardı. Yalnız Gülşah ortalıkta hâlâ yoktu…
                      ***
           KARA BULUTLAR
Evine yeni giren Erkara Bey, eğilmiş çizmelerini çıkarıyordu sevdiği arkadaşı Üryan, pek suçluymuş gibi süklüm püklüm içeri girdi. Selâmına cevap beklemeden burnundan soluyarak ocağın başına geçti, çömeldi. Sönmüş ateşi alevlendirmeye çalışırken laf olsun diye sordu;
“Duydun mu?”
“Neyi?”
“Hiç!”
“Hayırdır arkadaşım! Ne oldu yine?”
“!!!”
“Rengin solmuş ve çok üzgünsün!”
“Yorgunum! Belki ondan.”
“Yok, yok! Ben seni bilirim. Yorgunluktan falan betin benzin solmaz.”
“Hava bozuk ve gece olduğundan belki öyle gelmiştir sana.”
“Lütfen beni zorlama! Söyle yine ne var? Ne oldu? Biliyorsun Ziyaret Dağı’na gitmedim. Yağız atım da olmasaydı hep uyuyacaktım. Şimdi onun yanından geliyorum. Benim bildiklerim bunlar. Ya sen ne biliyorsun?”
“!!!”
“Hay Allah! Bir tuhafsın Üryan Beyim! Soruyu soran da sen, susan da...”
“!!!”
Artık fazla direnemeyecekti. Beyler, paşalar hatta bütün saray ahalisi topyekûn ayaktaydı. Evine istirahat etmeye gitmeden doğru buraya gelmişti. Duyduklarından dolayı asabı bozuktu. Önce inanamamış olsa da insanların telâşı ve söylenenler onu korkutmuş ve çareyi arkadaşına gelmekte bulmuştu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.