Doğan Bey durdu ve etrafı dikkatlice süzdü

A -
A +
At koşturuyorlardı... İlk günleri epeyce yol almak Doğan Bey’in sefer âdetlerindendi. 
 
Serçetutan’ın has adamları, Doğan Bey’in namını çoktan işitmişlerdi. Attığını vuran, birkaç kişiyle aynı anda dövüşebilen, gözü kara, güçlü, kuvvetli pehlivan biriydi. Rezil olmamak ve boş bulunup gafil avlanmamak için her tedbiri almışlardı akıllarınca. O’nu canlı tutmaya ve yavaş yavaş işkence ederek öldürmeye pek kararlıydılar.
Yerli Hurufîler kılavuzluğu kabul etmeseler de; dört, beş kişi olduklarını tahmin ettikleri yolcuların Alaca Tepe’de ikiye ayrıldığının haberini verdiler. Kızılhan’dan buyana takip ettikleri izler de bu ifadeleri doğruluyordu zaten. Serçetutan, bu haberi alır almaz, birkaç adamıyla Tandır Vadisine girmeden, yol uzasa da Nahır yolaklarını aşıp Çamlıdağı’na geçmek için atlarını kırbaçladılar.
Dağtartan’ın emrindeki diğer adamları da ondan evvel davranıp arkadan dolaşacak, Tandır Vadisini tutacaktı. Seyrekbasan’ın emrindeki bir grup silahşor da aşağıdan çıkmaya çalışacak, Doğan Bey’i tam derenin ortasında sıkıştırarak ya yakalayacaklar ya da işini bitireceklerdi. Bu gidişte Osmanlı akıncılarının kurtulması mümkün değildi.
            ***
Sabahtan beri tozu dumana katarak at koşturuyorlardı. İlk günleri epeyce yol almak Doğan Bey’in sefer âdetlerindendi. Geçtikleri sarp keçi yolları, bazen sel sularının getirdiği kayalarla dolu oluyor, bazen bir uçurumda nihâyet buluyordu. Onlar her şartta yol almayı bilseler de yeteri kadar tecrübesi olmayan genç çifti de göz ardı edemiyorlardı. Bu yüzden bazen daha uzak olmasına rağmen emniyetli yerleri tercih ediyorlardı...
Güneş henüz ufka yaklaşmaktayken başka seçenekleri olmayan bir geçide geldiler. Tepeden bakıldığında ince, kıvrım kıvrım bir ip gibi görülen yol, dibi görülmeyen uçurumlarda kayboluyor, sık çamlıklardan geçip sivri kayaların üzerinden aşıyor, karanlık çukurlara sapıyordu. Arazinin zorluğundan ve yorgunluktan olsa gerek hızları da iyice kesilmişti. Hatta bir kazaya kurban gitmemek için atlardan inmiş, yedeklerine almışlardı. Ağır ağır ilerliyorlardı artık. Kılavuzluğunu ve yol emirliğini yapan Doğan Bey, durdu, etrafı dikkatlice süzdü. İçinde sebebini bilemediği bir sıkıntı vardı. Kimseye de belli etmiyor, zoraki neşeli görünüyordu.
“Arkadaşlar malûm yol uzun ve bir o kadar da tehlikelerle dolu. Biliyorum kimsenin herhangi bir şeylerden korkmadığını. Yalnız sebeplere yapışmak da dinimizin emri değil mi? Şimdi önümüzdeki bu uçurumu ve dar geçidi tek tek aşacağız inşallah.”
“İnşallah!”
“Önce Boğa Hasan karındaşım geçsin. Çıkışta atını otlatsın, peşinden gelen Canaliler’i beklesin.
“Sonra!”
“Sonra da kimseyi beklemeden kararlaştırdığımız köye gidin.”
“Hemen mi?”
“Biraz sabret diyeceklerimi tamamlayayım.”
“Peki...”
“Atmaca Nuri kardeşimi de uğurladıktan sonra ben geçide gireceğim. Ola ki bir tehlike anında gafil avlanmayalım. Geride kalanımız kim olursa olsun beklenmesin. Bilhassa Canali ve gelinimiz bizim için çok mühim emanettirler. Onları memleketlerine ulaştırmak boynumuzun borcudur.”
“İnşallah efendim.”
“Haydi Bismillah...” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.