Kostantiniyye’yi almak, o kutlu müjdeye kavuşmak istiyordu...

A -
A +
Yıldırım Han, fazla yaşlı olmamasına rağmen asırlık pirifâni gibi tecrübe sahibi olmuştu.
  Çeşitli nebatî rölyeflerin işlendiği büyük kapının sarı pirinçten bir armut gibi sarkan tokmağını tıklattı kibarca. Hizmetçi koşarak gelip nazik misafirinin elindekileri aldı. Alışık olmadığı hâlde pembe ipek kaftanını, yerlere sürünmesin diye toplayarak Hundî Fâtıma Hanımefendi de çıktı odasından. Gönlünün sultanının karşısında üzgün ve de tedirgin gören Emir Hazretleri, meseleyi çok iyi anlamış olmasına rağmen kendini toparlayıp soğukkanlı görünmeye çalıştı. Biricik hayat arkadaşına daha önce anlattıklarını tekrarlama, izah etme ihtiyacı duydu: “Sultanım!.. Hundî Fâtıma’m! Bilirsin aylardır bu hâdise için için yanmakta. İki Müslüman Türk ordusu karşı karşıya gelmek üzereler.” “Âh bölücüler, âh o tahrikçiler!” “Telâşınızı anlıyorum Sultanım!.” “İster telâş deyiniz, ister korku! Emir’im, babamı bu yolda yalnız bırakmayınız! İknaya çalışınız lütfen.” “Sultanım, pederimiz Yıldırım Han’la bu konuda çok görüştüm. Sizin yüksek hatırınız için bir daha görüşürüm. Müsterih olunuz. Lütfen kendinizi yıpratmayınız…” “Size güveniyorum Emir’im …” diyerek buğulanan yosun renkli gözlerini kapadı elinde olmadan.            *** Gece ve gündüzleri birbirine karışan Yıldırım Han, fazla yaşlı olmamasına rağmen asırlık pirifâni gibi tecrübe sahibi olmuştu. Hayat fırınında pişmiş, vaktinden önce olgunlaşmıştı. Artık küçük fenalıklar bile onun vicdanında iyileşmez yaralar açıyor, sonu gelemez bir cehennem azabı oluşturuyordu. Kırk bir yaşını çoktan gerilerde bırakmıştı. Kostantiniyye’yi almak, o kutlu müjdeye kavuşmak istiyor, bütün hazırlıklarını ona göre yapıyordu. Lâkin! Her şey istemekle olmuyordu ki!.. Günlerdir bitmez tükenmez gecelerde kartal yuvasını andıran saray kulesinin tenha odasında, ocağın alevlerine dalarak yaptıklarını ve yapabileceklerini düşünür oldu. Padişahlığı döneminde etmediği fedakârlık kalmamıştı milleti ve aziz devleti için. İmar ettiği beldeleri, şehirleri, köy ve kasabaları, Güzelcehisar’ı, yedi düvelin birleşip üzerine geldiği meydan muharebelerini, leventlerin, serdengeçtilerin yetiştirilmesini ve Avrupa içlerine yaptıkları akınlarını, isyankâr beylerin itaat etmelerini, zapturapt altına alınmasını; daha neleri hatırlamadı ki? Bunları unutmak mümkün değildi. Çoğunun kararını kendi vermiş bizzat idare etmişti. Vebali, günahı, sevabı da kendi boynunaydı. Ömrünün en verimli çağında hazırlıklarını yaptığı batı, Frenk cephesinin ters istikametinden, beklemediği yön ve yerlerden savaş sesleri geliyordu şimdi de. Bu hesapta olmayan tehlikeye hazırlıksızdı ruhen ve fikren. Hele Müslüman’ın Müslüman’a kılıç çekmesi olacak şey değildi. Neylersin ki korktuğu başına gelip çatmıştı. Daralan gönlünü biraz ferahlatabilmek için tebdili kıyafet ederek en sevdiği damadı Emir Hazretleri’ni de yanına alıp kırlara doğru at koşturdu. Güneş etrafı henüz aydınlatmaya başlamıştı. Bursa’yı yüksekten görebileceği bir tepede atından indi, etrafı seyretmeye başladılar. Tefekkür ediyor, karışan kafasını, sıkılan ruhunu bir nebze olsun rahatlamaya çalışıyordu ki uzaklara dalıp gitti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.