Aşağısı baş döndürecek kadar derin bir uçurumdu

A -
A +
Üzerlerine gelen kayaların çıkardığı toz, toprak bulutları dinmiş, ortalık iyice sakinleşmişti.
 
Geçici de olsa şimdilik kötü düşüncelerinden kurtulmuş, ferahlamış, oldukça da rahatlamıştı. Bu sefer de Karakeçili damarı tutmuştu:
“Ben sana gösteririm Timur! Seni fillerinin kuyruklarına bağlatıp âlem-i İslâm’a ibret olsun diye sokaklarda sürüm sürüm süründürmezsem bana da Yıldırım demesinler! Ertuğrul’umun, masum Müslümanların kanının yerde kalacağını mı sanıyorsun bre!..”
Kuşağının arasında sakladığı sedef saplı hançeri çıkardı. Fevkalâde atıcıydı. İsteseydi havada uçan kuşları bile nişan almadan vurabilirdi. Koşan atını dehledi. Hızla yol alırken gözüne kestirdiği bir ağaca bekletmeden fırlatıverdi hançerini. Rüzgârda ıslık çalarak taklalar ata ata hedefine “şak” diye saplanıverdi. Yerinde birkaç defa titreyerek duran hançere bakarak ilerlerken Emir Sultan da onu takip ediyordu doludizgin…
           ***
Baskının olduğunu, vadinin ta öbür çıkışından gören Canali ile Mahperi, çıldırmış gibiydiler. Hiç tereddüt etmeden geri dönüp kayaların, tozun, toprağın içine dalmış kaçan atlardan ikisini yakalayıp daha bir karanlık yere çekerek kişnememeleri için yem torbalarını başlarına geçirmiş, arkadaşlarını aramaya koyulmuşlardı. Toz, toprağın dinmesinin ardından bir mağara girişinde kanlar içinde Boğa Hasan Bey’i görmüşlerdi.
“Hasan Bey’im kötü bir şeyiniz yok inşallah!”
“Ufak tefek kanamalara bakmayın. Ben iyiyim... Durmayın! Hemen o köye gidin. Onlar bizi tanırlar. Durumu açık açık anlatın, mutlaka yardıma gelirler. Hadi ne duruyorsunuz? Çabuk olun!” diyen Boğa Hasan, el kol hareketiyle zaman kaybına mâni olmak istiyordu.
“Fakat Beyim ya diğerleri?”
“Onları da beni de düşünmeyin! Kaybedecek vaktimiz yok, hadi ne duruyorsunuz? Yardım etmek istiyorsanız ilkin köye haber verin! Doğan Bey ne demişti, unuttunuz mu?”
Doğan ismini duyan iki sevgili daha durur mu? Atlara atladıkları gibi yıldırım hızıyla doludizgin uzaklaştılar.
           ***
Hedeflerine erken yetişmek için hızlı davranmak icap ediyordu. Yağmur gibi üzerlerine gelen kayaların çıkardığı toz, toprak bulutları dinmiş, ortalık iyice sakinleşmişti. Doğan Bey, herkesin uzaklaştığından emin olduktan sonra zar zor da olsa saklandığı oyuktan çıktı. Sadağının kayışını omuzuna geçirdi. Yemek torbasını, su kırbasını sırtladı. Etrafı pürdikkat gözetleyerek süründü. Yarın kenarına kadar geldi. Aşağısı baş döndürecek kadar derin bir uçurumdu. Yeni geçmiş bir kâbustan kalma korkunç rüyaları andıran öbek öbek dumanlar, kırılarak birbirine karışmış çamlarla kayaları örtüyordu.
“Serçetutan beni yakalayamayınca, yakmak istemiş galiba!”
“Hâşâ! Tövbe! Allahü teâlâ korudu beni...” Canali ve Mahperi’yi düşünerek tebessüm etti. İri nefti gözlerini kırparak çok uzaklara baktı. Neticesinden emin olan sade insanlara mahsus saf bir imânla:
“Onlar köye varmıştırlar, lâkin Yıldırım Han’a söyleyeceklerim gecikiyor...” derken fenalaştı. Ağrıları dayanılacak gibi değildi. İnceden inceye esen rüzgârda savrulan çimenlerin üzerine bir pelte gibi yığıldı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.