#}

Gülşah, daldı gitti uzaklara saatlerce kımıldamadı...

A -
A +
Kendini Bursa’nın bağ, bahçe ve sokaklarında hissetti. Hayalinde yürüdü yürüdü Gülşah... 
 
Birkaç adım uzakta duran mızraklı nöbetçiler de neşeliydiler. Esirler, toparlanıp bekleşirken utançlarından sarardı, sonra kızardılar. Mahcup vaziyette birbirlerine bakıştılar. Başları önde öyle kaldılar. Kollarını, çaprazlayarak yer yer sislerle kaplı zirveye doğru bakan Erkara Bey, Çakır Vezir’e dönerek;
“İşte” dedi, “Sizinle birlikte Üryan, Kolkıran, Murat, Hamza ve Şaban karındaşlarım gelecek. Ben de… Her neyse, beni düşünmeyin. Sebebini Üryan Bey biliyor. Söyleyin bir diyeceğiniz var mı?”
“Hayır!”
“O zaman durmak yok!”
“Niçin duracakmışız ki?”
“Hayırlı haberlerinizi bekliyorum!”
“Meraklanma Bey’im …”
“Haydi gazânız mübarek olsun…” diyerek zorlu bir tırmanışın son safhasını da başlattı Erkara Bey. En uzun ve de meraklı bekleyiş içinde hiç kuşkusuz kendi kalacaktı…
            ***
Güneş ve rüzgârın yüzünü, ellerini bronzlaştırıp çatlattığı Gülşah Hanım solmuş, yer yer yıpranmış elbisesinin içinde kenara atılmış bir çul gibi yığılıp kaldığı yerinden zar zor kımıldayarak kalkmak istedi. Zaten başı da ağrıyordu. “Kuş cıvıltılarını dinler, allı turnalara Doğan’ımı sorar açılırım!” dedi. Saklandığı mağaranın oyuklarında daha fazla duramazdı. Zorlanarak da olsa kalktı. Gide gele yol ettiği izleri takip ederek dışarı çıktı.
Yeşilin sınırsız tonları, ötüşen kuşların ruhu ürperten ahenkli ezgileri, kendine gelmesine yetti. Hasretle yanıp tutuşan her âşık gibi onun yüreğinde de sonsuz azap, fevkalâde heyecan vardı. En ufak bir sebeple duygulanır olmuştu. Mânâsını bilemediği bir dilin esrarlı uyumu, çökmüş ruhunu, donuk kanını fokur fokur kaynattı. Her yanı sebepsiz bir sarsıntıyla titriyor, sökülmez bir hıçkırık boğazına düğümleniyordu…
Güneşi bol alan bir düzlükte kuşluk namazını kıldıktan sonra otların üzerine uzandı, her zamanki gibi yine hayallere daldı. Evini, sevdiklerini, envaiçeşit yemekleri... “İsyan etmekten sana sığınırım, affet Allahım! Bu ne uzun bir rüyadır ki bitmek bilmez?!. Peki ne olacak sonum? Böyle ne zamana kadar, nasıl dayanacağım yalnızlığa soğuğa, kışa? Ya bu masum... Aman Allahım, çıldırasım geliyor, bana yardım et. Himmet Emir Sultan Hazretleri! Himmet!..” diye yalvardı, dua etti ve söylendi kendi kendine. Uykusu da, yapabileceği bir işi de yoktu.
            ***
Ilık, güneşli bir bahar sabahıydı. Elini siper ederek kapalı bir dünya gibi olan bu acayip yerin her tarafını yeniden keşfedercesine seyretti Gülşah Hanım. Sarp kayaların uçlarını yalayarak, altın tozundan sayısız oklar gibi göz alabildiğine uzayıp akan huzmeler, rengârenk çiçekleri ve masmavi gölü parlatıyordu. Kendini Bursa’nın bağ, bahçe ve sokaklarında hissetti. Hayalinde yürüdü yürüdü... Şehirden Ziyaret Dağı’na giden yolun geçtiği kambur köprüde durdu güya. Bir taşa dayandı. Derenin dibinden yansıyan huzmeler, çakıl taşlarını elmas gibi parlatıyor, nazlı nazlı şırıldayan suyun kenarındaki söğütlerde bülbüller, çığlık çığlığa ötüşüyordu. Daldı gitti uzaklara. Saatlerce kımıldamadı. Belki de ona öyle geliyordu. Dinlediği tabii ezgilerin ruhunda uyandırdığı tesiri işitiyor, kendinden geçiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.