“Lütfen sakin olun bacım bizler yabancı değiliz...”

A -
A +
Kendine gelen Gülşah, sıçrayarak uyandı. Başı dönüyor, kusacak gibi oluyordu. 
 
Gülşah “Gülşah Hanım!” sesiyle gizemli rüyasından uyandı. Telâşla hemen döndü. Koyu külrengi kayaların ucuna yakın iki üç karaltı ilerliyordu. Elinde olmadan bir ağaç arkasına siperlenerek karşılık verdi:
“Evet! Siz de kimsiniz?”
“!!!”
“Kimsiniz dedim?”
“Korkma Gülşah Bacım, ben Üryan...”
“!!!”
“Doğan Bey’in karındaşı, sırdaşı Üryan!”
Duyduğu bu dost isim, aklını başından almıştı sanki. Gölgeler yaklaşırken gözleri karardı. Sevincinden mi, yoksa aşırı heyecanından mı ne kendinden geçmiş, bayılmıştı. Gelenler, onu giyiminden kuşamından tanıdılar:
“Kolkıran... Kolkıran, be!”
“Buyur!”
“Büyük yaygıyı çıkar…”
“Hemen…”
Erkara’nın adamları, Çakır Vezir’in getirdiği gizli yollardan saklı yere girişi bulmuş, kıymetli emanetlerini uzaktan görmenin heyecanıyla ne yapacaklarını tam bilememişlerdi. Kısa bir şaşkınlık ve tereddütten sonra başka çare olmadığına kanaat getirince de; “Gülşah Hanım” ismiyle seslenmişlerdi. Habersiz yaklaşmanın birçok mahzuru vardı. “Allah korusun, ya birden görüp ödü koparsa!.. Vâki olanda hayır vardır…” diye düşünerek alelacele baygın vaziyetteki Gülşah’ı sarıp sarmalayıp çıkış noktasına doğru hareket ettiler. Geldiği yollardan hızlı hızlı dönen Kolkıran Şamil ile Üryan Bey, tarif edilmez bir ruh hâleti içinde cenâb-ı Allah’a hamd ve şükürler ediyorlardı durmadan. Bu sevince iştirak eder gibi bülbüller neşeyle ötüyor, yüksek kayalarda çaylaklar, göl kenarında turnalar durmadan kanat çırpıyordu…
Uçurumlara herkes tırmanamamıştı. Çıkış noktası önüne gelince durdular. Kayanın üstündeki kartal, zırhlı bir nöbetçi gibi insanların telâşını seyrediyordu. Mağaranın sert, şekilsiz taştan kapısı, ancak bir adam sığacak kadar aralıktı. Çıkarken sıkı sıkıya tuttukları yaygının ağırlaştığını hissedip nefeslenmek istediyseler de bekleyenleri düşünerek vazgeçtiler. Geçit o kadar ürkütücüydü ki yükseklerden aşağı bakanların başı dönüyordu. Allah korusun bir düşseler paramparça olurlardı. Kutsal emanetlerini sağ salim kurtarmaktan başka bir şey düşünmeyen akıncılar, birbirlerine sıkıca tutunarak epey daha tırmandılar. Aşağıdan gelen “Dikkatli olun! Aman ha sağa yaklaşmayın! Şunu yapmayın, bunu tutmayın, onu görmeyin!” ikazlarına her ikisi de aldırmıyor, tecrübeleri doğrultusunda hareket ediyorlardı. Kovuğun son deliğine çıkan Üryan Bey, büyük bir dikkatle yaygının bir ucundan tutup beline bağladı, diğer ipi de bir kaya blokuna sarıp sağlamlaştırdı. Hâlâ baygın hâldeki Gülşah’ı çekip son düzlüğe çıkardı. Bu hırpalama sonucunda kendine gelen Gülşah, sıçrayarak uyandı. Başı dönüyor, kusacak gibi oluyordu. Aklı karmakarışıktı. Umutlarının bittiği bir âlemde karşısına çıkanları görme sersemliğiyle:
“Kimsiniz?” diye haykırdı.
“Lütfen sakin olun bacım. Bizler yabancı değiliz.”
“Kurtuldum mu yoksa?”
“Evet kurtuldun!”
“Elhamdülillah…” deyip ağladı, herkesi de ağlattı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.