Genç kadın, tatlı bir heyecanla sarsıldı!..

A -
A +
Gülşah, hayallerine öyle dalmıştı ki... Meryem’in çağırdığını işitmedi bile.
 
Korku, sevinç karışımı bakışlarla çevresine bir daha göz gezdirdi. Bugün Bursa’nın bütün ilmî, edebî, siyasî önde gelenleri, medrese müderrisleri, ulema, şeyh, bey, paşa esnaf, sanatkâr, mimar… fiilen sokakta ve meydanlardaydı. Hepsinin de iştirak etmesiyle her yaştan ve meslekten yeni bir gönüllüler ordusu oluşmuş, büyük bir merasim için sabah erkenden ortalığa dökülmüştü. Sevgili erinin doğduğu, büyüdüğü, Süleyman Çelebi ve ailesinin hâlâ içinde yaşadığı küçük köşk de görünüyordu. Bütün halk dergâhtan saraya, oradan da Ulucami’ye doğru akıyordu.
Sevgili refikinin ruhaniyetiyle dopdolu olan Gülşah, tatlı bir heyecanla sarsıldı. Hayatına dair söylenen şeyleri düşündü. Bu büyük akıncı henüz yirmi yedi yaşındaydı. Biricik aşkını karasevdayla, daima içinde yaşatmıştı. Rumeli’de, Anadolu’da seferden zafere koşmuş, sulh zamanlarında gezmiş, köylerde, kulübelerde, obalarda misafir kalarak Türklerin millî destanını dinlemiş, onları ruhuna hulûl ettirmişti. Sonra milletine tertemiz iftihar edilecek hâtıralar bırakmıştı. Bütün bu yaşananlar iç âleminde gayet ulvî, çok büyük takdir uyandırıyordu.
“Doğan Bey’im, asrımızın en büyük kahramanı ve de dâhisidir. O, devirlerden beri gayret fikriyle uyanmış bir millete yüksek vicdanının eşsiz numunesi olmuştu. Hep dimdik durdu. Doğru olanı yaptı. Bilmeyenlere de öğretti güzellikleri. Ondan evvel de Türklerin umumî kahramanları çoktu mutlaka. O farklıydı. Bursa’da fitne çıkarmak isteyenleri ileri görüşlü Yıldırım Han’ın dirayetli tutum ve desteğiyle rezil ve rüsva etti. Birtakım şair bozuntularını, nice edip taslaklarını Osmanlı akıncılarını hiçe sayarak fitne, bozgunculuk yapmak isteyenlerin, toplumun huzurunu kaçırmayı bir marifet, bir sanat sayanların yahut başka gizli emelleri olanların yuvalarını tespit etti. İlk darbeyi bu gafillere indirdi. Olanca büyüklüğüyle demek istedi ki:
“Huzur ve saadet bir zümre, sınıf, kavim, birkaç kişinin marazî keyfi için değildir. Ebedî mutluluk bir milletin hakkıdır. Hatta bütün insanlığın...”
Benliği biricik Doğan Bey’i ile dolu düşünürken kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyor, ne yapacağını bilemeden ha bire söyleniyordu:
“Ey akıncılarbaşı! Benim her şeyimsin. Senden evvel Gülşah bir hiçti. Yiğit, yiğitlik nedir bilmez, tanımazdı da. Dünya bu kadar güzel ve şirin de değildi. Ebediyen sevmeyi aklıma ilk defa sokan sen oldun. Mukaddes bir ışık gibi doğdun ufkuma! Gökteki hayat verici güneş nasıl yeryüzünde herkesi aynı derecede aydınlatıyorsa, sen de Osmanlının her şeyini öyle ayırım yapmadan muhabbetle kucakladın. Tıpkı onun gibi milletini "büyük, küçük; genç, ihtiyar; köylü, şehirli; fakir, zengin…" diye ayırmadın, herkesi bir tuttun. Hepsinin üstüne saadet şulelerini bitmez tükenmez sevgiyle saçtın. Bursa’nın narin kızları, Osmanlının pehlivan çocukları kahramanlıklarını ezberlerdi... Hayat arkadaşım olmanla iftihar ediyorum…”
Neden sonra gönlünü ruh âleminden Müslüman Türk hissiyatına çevirdi. Yiğitliklerini, hayat hikâyelerini, insanlık mevzularını, dua dolu lisanını hep Osmanlı vicdanında buldu...
Gülşah, hayallerine öyle dalmıştı ki... Meryem’in çağırdığını işitmedi bile. Kapı birden açılınca toparlandı:
“Her şey hazır!”
“Ne hazır? Anlayamadım Meryem!”
“Seni keyfim için mi dışarı çıkarmadım?”
“Allah aşkına delirtme ne diyeceksen de?” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.