Köşkün kapısını açan Doğan Bey'den başkası değildi!..

A -
A +
Doğan Bey, gayr-i itiyârî Gülşah’ın elinden bir daha bırakmamak üzere sımsıkı tutmuştu...
 
Kızın kapısını açtığı küçük bir salona girdi gülümseyerek. Sedirleri, duvarları, perdeleri o kadar zarifti ki... Daha hepsine ayrı ayrı bakmadan yüreğinde tatlı bir heyecan duydu. Kız:
“Hanımefendiye haber vereyim” diye çekildi. Bu arada Doğan Bey de ayak parmak uçlarına basarak yanına geldi. El sıkıştılar. Duvarlarda en meşhur Türk hattatlarının levhaları asılıydı. Ta kapının karşısında mânâ içinde mânâ yüklü dörtlük... Akışında âdeta büyüleyici bir derinlik parlıyordu. Molla Hâfız:
“Bunu mutlaka şair Çelebi şehit düşen kardeşi için yazmış olacak!” dedi. Doğan Bey de başıyla tasdik etti. Tavanın nakışlarında, yerdeki halının, döşemelerin renklerinde öyle bir ahenk vardı ki, insan bakarken kendisini bir “masal güzellikleri” içinde sanıyordu. Kız, arkasından:
“Buyurun efendim” dedi.
Hâfız Molla geri döndü, kapıdan çıktı. Mermer sofayı geçti. Doğan Bey ise kızın tarif ettiği kapıya yöneldi. Maksadı Gülşah’a sürpriz yapmaktı. Şimdi bu estetik içindeki şiirden yuvayı yapan ve sabırla kendini bekleyen muhteşem kadını görecekti. Yüreğinin atışı gittikçe daha da artıyordu. Önünde açılan kapıdan süzülerek girdi. İndirilmiş bir perdenin yarım aydınlık gölgesinde çok sevdiği kadının sütun gibi ayakta durduğunu gördü birden. Gözlerine inanamadı. Sanki taş kesilmişti. Nefesi tutuldu, etrafı karardı. Düşmemek için arkasına dayandı. Neden sonra başını yere eğip elleriyle yüzünü kapadı:
“Beni affediniz, beni affediniz!” diyebildi. Doğan Bey’in biricik refikası, gayet yüksek bir âlemden günahkârlara seslenen şefkatli bir peri gibi uçarcasına koştu Beyi’nin boynuna sarıldı:
“Zaman her elemi siler. Sıkılmayınız Doğan Bey’im. Size ve hiç kimseye hiçbir dargınlığım yok ki affedeyim. Kaç aydır yol gözlüyorum... Fakat haydi beni boş veriniz. Nice insanların bir haber için gözleri yollarda olduğunu da mı bilmiyordunuz? Horasan’da sevdiğiniz, sevmediğiniz şeyler olabilirdi. Bir güvercin de mi uçuramadınız? Neyse...” Herkes heyecandan boğuluyordu. Gülşah;
“Kusuruma bakma, vara yoğa konuşuyorum! Benimkisi gevezelik yiğidim, affediniz!” diye kekeledi. Başka bir şey söyleyemedi. Bu karanlıkta daha fazla duramadı. Düşünmeden döndü, kapıdan çıktı. Ürkmüş bir deli gibi kendisini bebeğinin yanına attı. Vaktiyle hakikatini inkâr ettiği bir mabetten kovulan perişan bir günahkâr nedametiyle bu zümrüt yuvadan, milletin bu mukaddes köşkünde kucağında nurdan bir yavruyla çıkageldi. Hızla uzatıverdi.
“İşte küçük Doğan’ım…”
Konuşmadan kundağı alıp bağrına basan Doğan Bey, kokladı, kokladı… Hasret dolu gözlerle Gülşah’a baktı.
“Tıpkı sen…”
“Bence, aynen babası. Sarıkız da Meryem de öyle diyor.”
“Aa! Biz onları unuttuk!”
Köşkün kapısını açan Doğan Bey haykırdı:
“Atmaca Bey, Hasan Bey neredesiniz?”
Cevap verilmediğini görünce hiddetlendi:
“Heyy, akıncılarım!”
Doğan Bey, gayr-i itiyârî Gülşah’ın elinden bir daha bırakmamak üzere sımsıkı tuttu:
“Artık, yalnız kalmak son olsun.”
“Âmin… İnşallah…”
“Hasan Bey! Atmaca!”
Yine cevap veren olmadı. Kucağındaki bebek Çelebi’yle köşeye çöktü. Sevinçten yaşarmış gözlerini Ulucami-i şerifin pencereden görünen minaresinden bebeğe dikti hasret ve şefkatle. Sofadaki koşuşturma, mutfakta kaynayan tencerenin fıkırtısıyla karışarak kulaklarında büyüyor, müthiş bir gürültü gibi beyninin ta içinde gümbürdüyordu.
“Osmanlı yeniden doğuyor!”
               -SON-
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.