Ailesinin dertleriyle dertlenmiş kocaman bir yürekti küçük Ali

A -
A +
                                                                              ANTİKACI-1
 
O daha çocuktu, mesuliyeti dağlar kadar büyük, evin reisi, zayıf bünyeli bir çocuk... 
 
Şartlar çok zor ve kış çok çetin geçiyordu; daha doğrusu hiç geçmiyor, geçeceğe de benzemiyordu... Bir kâbus gibi çökmüştü üzerlerine karı, fırtınası ve kanı donduran ayazıyla... Böyle kış hiç görülmemişti, yoksa sadece onlara mı öyle geliyordu? Ha bire durmadan yağıyordu kar... Soğuk; rutubetten mi ne kurşundan daha beter insanın içine işliyordu burada...
               ***
Çok zor günleri olmuştu, çok ağladıkları da... Bazen durgun, bazen öfkeli, çoğu zaman ise şaşkın ve çaresiz... Sebepli sebepsiz böyle hiç olmamıştı. Böyle hiç yanmamış, böyle çaresiz hiç kalmamıştı da!
               ***
O daha çocuktu, mesuliyeti dağlar kadar büyük, evin reisi, zayıf bünyeli bir çocuk... Akranları okula gitse de o gidemiyordu. Hayat mücadelesine erken başlamış oldukça ciddi, yaşından çok daha olgun gösteren, çekingen, utangaç bir çocuktu. Kim ne verirse onu giyen, önüne ne konursa itirazsız yiyen, öne doğru sarkmış düz saçlarıyla, biraz uzunca olan yüzünde en çok dikkati çeken pırıl pırıl gözleriyle “büyümüş de küçülmüş” detirten bir çocuk... Büyük şehirde, küçük ailesinin, kocaman dertleriyle dertlenmiş bir yürekti Ali...
               ***
Omzuna küçük yaşta aldığı boya sandığını bir daha hiç bırakmayan Ali, evine ekmek götürmek için Fevzipaşa Caddesi'ne, parklara, mektep önlerine, kahvelere çıkiyordu hep. Bazen dükkân dükkân dolaşıyor esnafın ayakkabılarını boyuyordu. Ona abone olanlar da vardı...
Bugün yolu parka uğradı. Kimi çocuklar kar topu oynuyor, kimi ise kardan adam yapıyordu...
Uzun uzadıya çocukları seyreden Ali, kafasını kaldırarak kısık ve mahcup bir sesle “Hey! Hey size sesleniyorum! Hey çocuklar!” diyecekti diyemedi parkta oynaşan yaşıtlarına... Onların dünyası farklıydı. Kalın elbiselerin içinde, elleri eldivenli, başları, boyunları yün atkılarla iyice örtülü, ayakları botlu, karınları tok çocukların oynamaları haklarıydı. Onun öyle bir lüksü yoktu. Oynamak biraz da rahatlık icap ettiriyordu, geçim derdi, hayatta kalabilme endişesi olmayanların işiydi. Onlar soğuğun ne demek olduğunu belki de tam anlamamışlardı. Bu mevsimin süsüydü belki de... Öyle olmasaydı “Şu karların oluşturduğu beyaz pamuktan güllere, şu uçsuz bucaksız uzayıp giden ak kadifeden örtülere, pırıl pırıl parıldayan beyazdan dünyaya bakın! Bakın ne kadar harikalar, ne kadar da güzeller!” deyip oynaşırlar mıydı? Ali şimdi bunlara ne deseydi acaba?
“Sana gül gibi görünen bu yumuşak ak karlar; benim içimi üşütüyorlar! Hem de çook! Çok üşüyorum çook!”
Ali, kardan bir top yapıp rastgele fırlattı ağaçların dallarına doğru. Birkaç kuş “pır” diyerek uçuverdi... “Onlara, bu kar; sizin bildiğiniz gibi değil, demeliyim” diye düşünüyor fakat diyemiyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.