"Sakın şanlı ecdadın yolunu terk etme oğul"

A -
A +
Rehber, gençlere çeşitli sorular soruyor, cevabını da kendi veriyordu.
  Yol ayrımına gelince sağa döndü. Babasıyla olan başka bir hatırası canlanıverdi gözünde. Bir sabah namazı sonrası ilk defa çıktığı kabir ziyaretlerinden dönüyorlardı: “Bak evladım biz dedelerimizden, babalarımızdan, hocalarımızdan böyle öğrendik mübarek evliyâ zâtların kabirlerini ziyaret ederiz, sen de fırsat buldukça, sıkıldıkça ziyaret et. Büyüklerimiz ‘İşlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz!’ derlerdi. Sakın şanlı ecdadın yolunu terk etme! Nasihatim olsun, unutma!” “Babacağım dediğinizi yapıyorum, müsterih olun” dedi içinden küçük Ali. Mevsim kış, hava soğuk olsa da Edirnekapı’daki sahâbe kabr-i şerîflerini ziyaret etmiş, Kariye Câmi-i şerîfine yönelmişti. Burada sevdiği bir arkadaşıyla buluşacaktı. Yaşından beklenilmeyen olgunluk ve tefekkür dolu bir yürüyüşten sonra kendini külliyenin bahçesinde buldu. Türbenin kapısı önünde el bağlamış hürmetkâr insanlar, kır bıyıklı, iri cüsseli, mahmur bakışlı rehberin anlattıklarını dinliyordu. Ali’yi fark edenler bir an gözlerini, gelen küçük misafire çevirseler de, merakları çabuk geçmiş ve sonra rehberi dinlemeye devam etmişlerdi. Tecrübeli rehber, durmadan anlatıyordu: "Kostantiniyye feth olunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır” müjdesine kavuşmak için Asr-ı saâdetten beri çeşitli seferler yapıldığını, bu muharebelere gönüllü olarak katılan Eshâb-ı kirâmdan bazılarının da tâ buralara kadar gelebildiklerini ve nasıl şehit düştüklerini anlatıyordu. Bir gölge gibi aralarından kayarak daha ileri çıktı. Kulak misafiri oldukları, sabahtan beri içinde bulunduğu ruh hâlinin tercümesiydi sanki. Huzurlarında bulundukları zâtların Peygamberimizin arkadaşları olduklarını düşündükçe göğsü kabardı. O devrin eşsiz şahitleri şimdi tam karşısında yatıyordu. "Büyük adamlar, mübârek zâtlar" dedi içinden. "Mübârek zâtlar" kelimesini belli belirsiz defalarca tekrar etti. Ne zamandan beri pelesenk olmuştu diline zaten... Babası da hep öyle derdi. Bir yolunu buldu, kısık bir sesle selâm verdi. Adamlar, çok meşguldü. Hiç duymadılar ki, cevap veremediler, o da üstelemedi. O arada ziyeretçilerin arkasında bekleyen Ömer’i gördü. Demek ki; bu sözünün eri arkadaşı kendisinden önce gelmişti. “Helâl olsun be Ömer” dedi içinden. Rehber, tecrübeli bir muallim gibi gençlere çeşitli sorular soruyor, cevabını da kendi veriyordu. Bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Erkenden gelmiş olduğunu tahmin ettiği arkadaşı Ömer, yavaş yavaş ileri çıktı, sanki bu işle vazifeli bir tarih profesörü gibi başladı konuşmaya. Eshâb-ı kirâm hazretlerini anlatırken o ufak tefek çocuk daha bir heybetli göründü gözüne. Sanki o devirdeymiş gibi şahit olduklarını tek tek, heyecanla ve sıkılmadan anlatıyordu: "Sözün özü şu diyebiliriz: Büyük fedakârlıklarla bugünlere gelindi. Kolay değil. Biz bugün hâlâ buralardaysak bu kabirlerde yatanlara çok şeyler borçluyuz. Gayet adil, becerikli, cesur, âlim sultanların sayesinde dünyanın en ücra köşelerine kadar gidildi. Büyük devletler kuruldu. Onlar; bizim anlatamayacağımız kadar büyüktüler ve çok çok büyük düşünüyorlardı..." DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.