Kaf Dağlarında, devlerle boğuşan masalda gibiyiz...

A -
A +
"Aliciğim, kulağın bende, gözün önümüzde uzayıp giden şu Haliç’te olsun!"
 
 
Küçük Ali’nin aklı, fikri, biricik annesinde ve ateşler içinde kıvranan güzeller güzeli bacısındaydı. Muhterem babasından geriye kalan pek kıymetli emanetleri üşütmeme, aç, susuz bırakmama meselesiyle meşgul... Ne yapsa, etse o düşüncelerden kopamıyordu. Ömer ise henüz getirilen bu eski duvar saatini anlama gayretinde:
- Aliciğim, kulağın bende, gözün önümüzde uzayıp giden şu Haliç’te olsun.
- Tamam sizi dinliyorum, dedi dalgınca.
Görücüye çıkmış genç bir gelin adayı heyecanıyla da bütün dikkatini toplayarak dinlemeye başladı. Getirdiklerini, bir başkasının gözüyle tanımak, anlamak istiyor, kendinde bırakacağı tesiri mühimsiyordu çünkü...
- Bak Ali kardeş bu kıymetli bir duvar saati. Antika da olabilir. Benim tanıdıklarım var. Daha doğrusu babamın arkadaşları. Onlara götürelim bir görsünler. Eminim, bu kıymetli esere sahip olabilmek için yarış edecekler. Bak söylediklerimi bir kenara yaz, unutma!.. Dükkânlarında benzerlerini çok görmüştüm. Bu işi sen “oldu” bil… Tamam mı?”
Sorunun yüksek sesle sorulması; Ali’yi derin hayallerinden uyandırmış olmalı ki:
“Şey, ne? Tamam, tamam!” diyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Ömer fazla üzerine gitmedi:
- Hadi, vakit kaybetmeyelim!
Evet, "vakit kaybedilmemeli" cümlesini ağız birliği etmişcesine tekrar ettiler. Birbirlerine bakıp gülümsedi, daha bir hoş oldular.
- Aynı şeyi düşünmek bu olsa gerek…
- İşin ehemmiyetinden… diye ilave etti Ömer.
              ***
Daha çok küçükken babasına; duvardaki koca saatin içine saklanıp saklanamayacaklarını sormuş bir gün Ali. Pijamalarını giymiş, odasında gezinen babacığı; bir ona bir de duvardaki saata bakmış, hattâ gözlüklerini çıkarıp saatin ön kapağını açmış; “olmaz, sığmazsın” mânâsında başını sallamıştı.
Hey gidi hey!
Üşüdüğü ve pek düşünceli olduğu her hâlinden belli olan arkadaşı Ali’ye dönen Ömer:
- Ben, bu mesele karşısında çok şey söyleyemem. Hiç sabrım yoktur. Ama mâşallah sen çok sabırlısın Ali, mâşallah!
- !!!
Can arkadaşının bu içten gelen konuşmasına ne diyebilirdi ki. “Böyle dostu olanın kıyamete kadar sırtı yere gelmez” diye içinden geçirdi. Etrafına göz gezdirdi, onun için mektebini bırakmış buraya gelmiş arkadaşına baktı. “İşte bir adamoğlu adam!” demek geldi, yutkundu, sonra:
- Ben de sabırsız sayılırım Ömer... Ama ne yapayım? İçinde bulunduğumuz şartlar pek ağır, pek çaresiziz... Kaf Dağlarında, devlerle boğuşan masaldaymış gibiyiz...
- Derin mevzu vesselâm...
- Geri dönüp evin içine bakmaya cesaretim yok biliyor musun?..
Sustu, fazla üzmemek için konuyu kapatmak istedi Ömer.
"Geri dönüp evin içine bakamıyorum biliyor musun?” demesi pek içini yakmış olmalı ki:
- Daha beterleri de var Aliciğim!
- Boşlukta sallanırken, ulaşabildiğimiz her şeye tutunmaya çalışıyoruz!
- Öğretmenler; “Hayatta kalabilme refleksi..." diyorlar buna.
- Demek; düşmek kaçınılmaz o sonsuz derinliğe... dedi Ali. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.