Hasan Dede, sessizce yatağına uzanıverdi...

A -
A +
Koridorun diğer ucunda bir çift ayak sesi, gittikçe yaklaşıyordu. Gözler o tarafa çevrildi.
 
 
Hasan dede; kendini de şakalarına karıştıranlara laf atmak için etrafa bir göz gezdirdi. Herkes yol isteyen bir küheylan gibiydi, vazgeçti. Onlara göre kar, kış, yağmur demek trafikte çakılıp kalmak, akşam yemeğini gece yarısına doğru yemek demekti. Ama yapılacak bir şey de yoktu. Çok iyi biliyorlardı ki, şu an burada beklemek yola çıkmaktan daha iyiydi.
Zavallı hastane personelinin telaşının aksine, yaralarına rağmen Hasan Dede, oldukça rahat görünüyordu. Sanki bütün personel onun odasına girecekmiş gibi kapı önüne yığılmıştı. Muziplerden biri duyacağı şekilde:
“Adamın biri pek rahat!… Dünya yansa bir tutam otu yanmayacak! Bak bir telaşı var mı? Ne servis derdi, ne erken kalkma, ne aç-susuz yollara düşme düşüncesi… Onunki boylu boyunca uzanıp yatmak, sadece yatmak… Sanki trafik kazası geçiren o değil biz! Yav kardeşim sen başka bir şey bilmez misin? Geldiğinden beri ceplerini karıştırıp duruyorsun. Belli ki bizlerden şüpheleniyor! Senin başka bir derdin yok mu?”
“!!!”
Mutlaka cevap vereceğini bekliyorlardı. İnadına sustu Hasan Dede. Mütevâzı odasında, sayılmayacak kadar çok kablo, iğne, serum, kutu kutu ilaçlar, kâğıtlar yığın yığın… Bunların çoğu hastane basılı evraklarının bulunduğu dosyalar. Hepsi de ayrı ayrı doldurulacak, “sağlam” veya “çürük” deyip doğru, isabetli olarak raporlaştırılacaktı. Bu kadar yoğun hastayı derinlemesine incelemeden üstünkörü başına, başlığına, gönderene veya görünüşüne bakıp “Bu sağlam, bu değil” demek her şeyden önce bir mesuliyetsizlik alameti demek değil miydi?
Koridordokilerden tahammülsüz biri:
“Allah belâsını…” demişti ki, içeriden müdahâle etti Hasan dede.
Yerinden kalkma imkânı yoktu. Sesini onların duyacağı şekilde yükseltti:
“Sakın devamını getirme! Vara-yoğa belâ okumak, sizlere yakışır mı? Okumuş insanların yapacağı şey mi?” diye çıkıştı.
“!!!”
Kısa bir sessizlik oldu. Koridorun diğer ucunda bir çift ayak sesi, gittikçe yaklaşıyordu. Gözler o tarafa çevrildi. Elinde ıslak bir gazeteye sarılı yükü, üstü başı sırılsıklam olmuş, uzuna yakın orta boy, çocuk denecek yaşta ve kirli portakal renk eski denilebilecek elbiseli, uzunca düz saçlı biri çıktı. Kapının önüne toplanmış çalışanlara selâm verirken Hasan Dede, sessizce yatağına uzanıverdi.
Personelden biri, bir gölge gibi kendilerine yaklaşan bu küçük misafire:
- Kime bakmıştın?
- Burayı tarif ettiler aşağıdan. Kaza geçiren Hasan Palandöken dedenin odasını arıyorum.
- Şu açık kapı, deyip yine camın önüne yığıldılar.
- Çok teşekkür ederim abi!
- !!!
Kar karışımı yağmur tamamen kara dönüşmüş, daha bir yoğunlaşmıştı. Koridorda bekleşenlerden kimi; “zamanı gelince diner!” kimi; “misafirimiz de vardı öf öf!” bazıları da “fazla mesai verirler herhâlde” diyerek gülüşüyorlardı yine.
Gelen çocuk, konuşulanlara aldırmadan açık gri boyalı kapıya iyice sokuldu. Birkaç lambanın gündüzmüş gibi aydınlattığı odaya gülümseyerek baktı. Yüzüne okşar gibi çarpan ilaç kokulu ılık bir sıcaklık pek hoşuna gitmişti. Gittikçe bütün vücudunu kaplıyor kırık kalbine, yorgun bedenine kuvvet veriyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.