"Beni buraya getiren yürekli çocuk olmalısın..."

A -
A +
“Buna çocuk demeye bin şahit lâzım, adam gibi adam...” lafları boğazında düğümlendi...
 
Hasan Dede; göz ucuyla gelene baktı. Koltuğunun altındaki gazeteye sarılı şekilsiz şey de ne olabilirdi, dikkatini çekiyordu ama bir mânâ da veremiyordu. Belli ki; onun için pek mühimdi. Oldukça itina gösteriyor, emanetine bir zarar gelmemesi için elinden geleni yapıyor, bu durumun fazla belli olmasını ise pek istemiyordu.
Hastane çalışanlarının bile servisle gitmeye cesaret edemediği bu havada tâ Edirnekapı’dan çıkıp gelen bu vefakâr misafir, işte tam karşısındaydı… “Buna çocuk demeye bin şahit lâzım, adam gibi adam...” lafları boğazında düğümlendi, yutkundu Hasan dede.
“Artık gelmez” dediği bir vakitte çocuğu, hem de sırılsıklam karşısında görünce ne diyeceğini şaşırdı. Ne zaman yola çıkmıştı da mesai bitiminde ancak gelebilmişti. “Ya başka yere sevk edilseydim, bu fedakâr çocuk için nasıl bir yıkım olurdu?” Fazla düşünmek bile istemeden yavaşça yatağından doğruldu, bütün kalbiyle gülümsedi:
- Beni buraya getiren yürekli çocuk olmalısın...
- Yürekli sayılmam ama… Evet getirenlerden biri benim efendim!
- Biliyor musun hep seni düşündüm. Geleceğinden emindim lakin bu havada… Ama mâşallah! Beni şaşırttın!
Yolculuk, Ali’nin beklediği gibi tehlikeli geçmemişti. Paltoları, mantoları, eşarpları, şemsiyeleri uçuşturan, beraberinde kar getiren sert rüzgâr; onun sadece daha çok koşmasına sebep olmuştu. Yorgunluğunu, fazla gayret ettiğini gizlemekten yanaydı. Öyle de yaptı:
- Ne demek efendim? Bir kere söz vermiştim.
- Kime?
- Babacığıma… Gelmeme, ancak ölüm mâni olurdu!
- Allahü teâlâ gecinden versin evlât… Ne diyeyim bilmem ki? Sözünün eriymişsin vesselâm. Bari pardösünü çıkar şöyle as, kurusun.
- “Olur” deyip biraz da çekinerek çıkardı. Her ne kadar utanıp sıkılsa da yapacağı başka bir şey yoktu, münasip bir yere astı.
Odanın iki tarafında iki meşin koltuk vardı. Büyük ve yüksek sehpanın üzerinde ilaç kutuları yorgunluktan yan gelmiş yatan ameleler gibi gayrinizami görünüyordu.
Küçük Ali, ellerini ısıtmak için birbirine sürttü. Bu hareket onda tik hâlini almıştı. Bir şey bulmuş, hatırlamış heyecanı ile çevreye göz attı. Kafasından hesaplar yaptı. Hasan Dede'nin gösterdiği yere oturmadan koltuğunun altında taşıdığı şeyi yavaşça kenara koydu. Seri bir hareketle iç cebinden cüzdanı çıkardı, uzattı:
- Buyurun efendim, bu sizin.
- Hay Allah iyiliğini versin evlât, ben de onu arayıp duruyordum! Allahü teâlâ razı olsun!
- Âmin efendim!
- Çok zahmet çekmişsin!
- Olsun efendim, bunu vaktinde size vermem lâzımdı. Allahü teâlâ da fırsat verdi, sağ-salim işte karşınızdayım…
- Biraz aklım başıma gelince ilk işim cüzdanıma bakmak oldu. Maalesef cebimde bulamayınca “nerede olabilir” diye epey düşündüm! Hatta hastane personeline soracaktım ama ayıplarlar diye ağzımı açmadım. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.