“En zor gününde elinden tutan ben değil miydim?”

A -
A +
Ziyarete pek ümitli gelen Fadıl Hocaefendinin dönmek üzereyken içine bir kurt düşmüştü.
 
Babası heyecanla sordu oğluna:
- Çok hoş bir rüyaymış… Peki şimdiye kadar niçin anlatmadın evlat?
- Daha yeni babacığım. Bu gece görmüştüm. Sabah erkenden kuzucuklarımı alıp evden çıktığım için anlatamamıştım. Sonra sizler de pek telaşlıydınız. Sanki rüya değil hakikatti babacığım!
- Her şey ayan beyan Numan’ım… Su ilim, yeşil, beyaz hayra işaret, hepsi de güzelliklere delalet ediyor… Ne diyelim mübarek olsun Numan’ım.
- !!!
- Fadıl Hocayı fazla üzdük! Hadi koş sevindir! Bir nebze olsun gönlünü almış olalım. Hadi bekleme…
- Peki babacığım.
- Koş Numan’ım!
- !!!
Numan, heyecanla müderrislerin odasına giderken anne ve baba dolu dolu gözlerle birbirlerine bakıyordu. Bütün konuşmaları hayranlıkla dinleyen Fatıma Hatun’un içi kıpır kıpırdı. Hayat arkadaşına:
- Bu rüya değil; müjde bey, müjde!
- Evet, bence de…
- Bilerek, inanarak, hazırlamıştım her şeyi. Boşa çıkmadı bey! Elhamdülillah.
- Ben de memnuniyetle kabul ettim! İsteyerek geldiler onlar da!
- Mahcup etmeyecek evladım inşallah!
- Hayırlı olsun, mübarek olsun!
- Yağmurla başladığımız gün bereketli olacağa benziyor.
- Bizim büyüklerimiz hiç “yağmur” demezlerdi. “Rahmet yağıyor” derlerdi.
- Bizde de öyle.
- Medeniyetimiz hep aynı…
- !!!
                ***
Ziyarete pek ümitli gelen Fadıl Hocaefendinin dönmek üzereyken içine bir kurt düşmüştü.
“İyilikten maada ne yapmıştım bu insana?”
“En zor gününde elinden tutan ben değil miydim?”
“Niçin böyle resmî davrandı, işi âdeta yokuşa sürdü?”
“Tahsilin ehemmiyetini bilen birisi olmasına rağmen niçin nefsini aşamadı?”
“Kendisi de aynı durumla karşılaşmamış mıydı?”
“Bu kati tutumu nedendi?”
“Sebep ne olabilir?”
“Yoksa… Yoksa bize mi itimadı yok Koyunlucalı’nın?”
“!!!”
Sorular sorular… Cevapsız, hepsi de…
Kara Medresede, Zülfadl kırlarında gece gündüz koşuşturmalarını, çektikleri o zahmetli günleri bir bir gözünün önüne getiriyor, hayallerinden kurtaramıyordu. Baktı olacak gibi değil; Kur’ân-ı kerîmi açtı, okumaya başladı. Çok efkârlanmış âdeta kendinden geçmişti. Bir âyet-i kerîmeyi okuyunca yüksek manasını düşündü:
“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.” (Zümer 9) dedi, kapattı.
Yerinde oturamıyordu Kara Fadıl Hoca. Kalktı; koca dünyanın yükünü sırtında taşıyormuşçasına iki büklüm, yer yer kır düşmüş sakallarını ovarak, oda içinde bir o yana, bir bu yana; hapishane avlusunda, acemi bir mahpus misali döndü durdu. Bu ara tıkırtı duydu. Mühim bir haber alacakmış düşüncesiyle yanı başındaki tahta kapıyı hemen açıverdi. Karşısında; birkaç gündür çobanlık yapmasından güneşte kavrulmuş yüzünün güzelliğini gizleyen ve hayata meydan okurcasına yuvasına sıkıştırılmış iki taze ceylan yavrusuna benzeyen gözleriyle etrafı süzen güzel yüzlü çocuk, biraz önceki, her tarafı serinleten atmosferden kurtulmak istercesine tebessüm ediyordu… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.