O sabah her şey çok farklıydı gözleri boncuk boncuktu…

A -
A +
Gece boyunca yarın ne yapacağını düşünmüş, yeni hayatı için ne hayaller kurmuştu...
 
Arabaya binip yola çıkmaları pek hızlı oldu. Küçük Numan; peşleri sıra el sallarken yüzündeki gülücükleri gören Fatıma Hatun; “Gülen yüzün hiç solmasın, anan yoluna kurban olsun...” diye seviniyordu.
Başlarındaki bembeyaz sarıkların sarkan uçları rüzgârda savruluyormuş gibi ardı sıra eşlik ediyor müderrislerin. Zülfadl köyünün tozlu dar sokaklarındaki kuzulara takılıyor, geri dönüp hâlâ kapıda duruyor görünce; “bizim Numan bugünlük kuzucuklarıyla meşgul olsun” dediği duyuluyor Fadıl Hoca’nın belli belirsiz…
Fadıl Hoca; el kol işaretleriyle konuşuyordu. Köşeyi dönerlerken Koyunlucalı’nın bir önceki tavırlarına, bir de bu mütevazı hâline dalıverdi elinde olmadan…
“Dışarıda esen rüzgâr, nasıl çıplak dallara yapışan yeni tomurcuklarla amansız bir harbe tutuşmuş gibiyse; ben de nefsimle öyle bir muharebedeyim…” diyerek söyleniyordu kendi kendine…
Ahmet Efendi’nin dizginleri çekip “dur!” demesiyle atlar; zınk diye hareketsiz kaldı Kara Medresenin bahçe kapısı önünde.
Hiç şüphesiz günün kahramanı Fadıl Hoca’ydı. Hiç kimse için bu kadar söz söylememiş, yalvarıp yakarmamıştı, hatta kalp bile kıracak, kırılacak duruma gelmemişti. Muzaffer bir sultan edasıyla at arabasından indi. Ayağında yapışmış kum taneciklerinin suyla kucaklaşmasının verdiği serinlikle adımlarındaki endam; ürkek bir ceylanın narinliğini hatırlatıyordu oradakilere…
Aklı, fikri Zülfadl köyünde kalan Fadıl Hoca; Kara Medreseden içeri girerken; Küçük Numan’ın söylediği yaşından büyük söz hâlâ kulaklarında yankılanıyordu:
“Bulutlar ağlamasa nebatat nasıl gülerdi!..”
Bütün hissiyatıyla; “Numan en güzel talebem olacak, inşallah…” diyor, istikbale doğru planlar yapıyordu kafasında…
                             ***
                   VEDA ZAMANI
O sabah her şey çok farklıydı. Gözleri boncuk boncuk şişmiş… Gece boyu açık kalmış olduğunun deliliydi… Her zaman uyuduğu yün yatağının yanına gitti. Pencere aralığında sabah güneşi yüzüne vuruyor, gözlerini kamaştırıyordu…
Akşamdan beri eli ayağı birbirine karışmıştı. Pek heyecanlanmış, gece boyunca yarın ne yapacağını düşünmüş, yeni hayatı için ne hayaller kurmuştu.
Sanki uyumuş da yeni uyanmıştı… Herkesten önce kalktı. Anasının hususi eşyalarını itinayla sakladığı ceviz sandığını açtı. Kül rengi çizgili işliğini, düğmeleri siyah, koyun yününden şalvarını, sarı, yeşil ketenden kuşağını ve asla vazgeçemediği tiftik başlığını çıkardı, itinayla giyindi… Sonra kuzucukların bulunduğu ağıla uğradı. Onlarla son bir defa da olsa doya doya oynaştı, her sabah olduğu gibi kendince konuştu, dertleşti…
“Kınalı kuzum, ak pamuğum, bulutum, dumanım, alacam, küpelim, kuram, gözü karam, bu da baştankaralım… Nasılsınız bakayım?” sorularına; “me me…” cevabını alınca “Anlamadım! Anlamadım!.. Sizi anlamadan da gideceğim!” diyerek gülümsedi Küçük Numan. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.